Saturday, August 23, 2008

Oasis - Stop the Clocks




Geçen hafta Amsterdam'a gittiğimde kısıtlı zamanım olmasına rağmen yine de bir yolunu bulup en sevdiğim yerlerden biri olan Concerto'ya gittim. Burdaki CD'lerin çeşitliliğine bayılıyorum ve beni bıraksalar saatlerce orada oyalanabilirim :)
Etrafa dolanıyordum ki, gözüme çarpan şeylerden biri de Oasis'in 2006 yılında çıkardığı "Stop the clocks" adlı 3 disc'ten oluşan paketi oldu. 2 müzik cd'si ve 1'de DVD vardı içinde. Oasis hayranı olarak hemen aldım onu ve bugün sıcaktan bayılmış bir vaziyette olduğum için onunla ilgilenmeye karar verdim. O kadar keyifli ki onları dinleyip izlemek! Görmek istediğim sanatçılar listesinden yerini koruyor, umarım yakında onları izleme fırsatı bulacağım! :) Eğer sizde bir Oasis hayranıysanız "Stop the Clocks"'ı kesinlikle alın!

Unutmadan konu dışı ama eskiden çok büyük bir hayranı oldum Destiny's Child (size komik gelebilir ama evet öyleydi) yeniden bir araya gelme kararı almış. 3 yıl aradan sonra onları tekrar birlikte görmek güzel olacak.

Monday, August 18, 2008

Lowlands




Bu hafta Amsterdam'a 1 saat uzaklıkta olan Biddinghuizen'da düzenlenen ve 55.000 kişinin katıldığı Lowlands festivaline gitme fırsatı buldum.
Bu festival 2 ay önce gittiğim Pinkpop festivaline göre çok daha büyük bir festivaldi. Alanda 10 farklı çadır bulunuyordu; 7'si müzik çadırı, 1'i komedi çadırı ve diğer 2'si film çadırları. Anlayacağınız üzere bu festival sadece bir müzik kasabası değil aslında 3 gün boyunca hiç sıkılmadan vakit geçirebileceğiniz bir eğlence parkı gibiydi. Ayrıca etrafta hazırlanmış özel oturma mekanları,değişik dükkanlar ve aktiviteler de cabası...Benim favorilerim etrafta gezen DJ arabası, arabayla oynanan tetris ve silent disco oldu.

1. gün - Cuma

Akşamüstü 3 gibi alana girdik... trafik yoğun olduğu için biraz geç kaldık. bulutların arasından ara ara çıkan güneş sayesinde yağmursuz bir gün geçirmeyi başardık. Hem İstanbulda hem de Amsterdamda kaçırdığım ve dinlemeyi dört gözle beklediğim “ The National'ı”izlemek için Grolsch sahnesine yol aldık. Bu arada alanda yürürken alanın ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Alan Rock'n Coke'un 3 katı,Pinkpop'un 2 katı !! Sahne önünde yerimizi aldık ve grup saat 4'te sahneye çıktı. Yavaş yavaş şarkılarıyla tempolarını arttıran grup mükemmel bir performans sergiledi! Bir ara grubun solisti Mark seyircilerin arasına karıştı ve omuzlara alındı :) Sonunda onları dünya gözüyle izlemek çok güzeldi.

Burdan sonra Amerikalı grup “ The Budos Band'den “birkaç şarkı dinleme fırsatı buldum. “Funky caz grubunu” beğendim, ordan “The Ting Tings'e” geçtik. ilk iki şarkı grubu üne kavuşturan “We walk” ve “Shut up and let me go”'dı.. Bundan sonraki şarkılar bize biraz kabak tadı verdi. açıkcası grubun overrtated olduğunu düşünüyorum. Herneyse burdan İngiliz “The Kooks” grubunu izlemeye gittik. Alpha sahnesi çok büyük bir çadır ve The Kooks'un bu kadar ilgi gördüğünü görmek ilginçti. Festival için iyi bir grup olmasına rağmen benim için herhangi bir brit pop/rock grubundan hiç farklı değildi açıkcası. burda 4-5 şarkılarını izledikten sonra india sahnesine “Santogold'u “izlemeye gittik, bu arada sahnelerin araları çok uzak olduğu için yürümek epey bir uzun sürüyordu Santogold maalesef benim tarzım olduğu fazla dayanamadım. Burdan “ The Flaming Lips'e” gittik. Çadırda bir çok rengarenk balon uçuyordu. Belli ki grup görsel bir festival yapıyordu seyircilere… Avrupadaki turnelerinin son ayağı olduğu için oldukça hareketliydiler ve burdan gecenin son durağı “Infadels”'i izlemeye gittik. Aralık sonuna doğru Babylon'a gelicek olan bu grubu merakla bekliyordum..Çadır dolup taşmıştı ve günün en iyi 2. performansını izlettiler bana,oldukça enerjik ve hareketliydiler. (Tabii onları izlerken girdiğim çamur batağı ve üzerime dökülen biralardan bahsetmek bile istemiyorum :)

2. gün- Cumartesi

Sabah Amsterdamda iyi bir öğlen yemeği ve gezmeden sonra saat 3 gibi alana gittik. Girişe en uzak olan ve en küçük olan Charlie sahnesinde “White Lies” vardı. Grubun 2 şarkısını biliyordum ve performanslarını merak ettiğim için gittim. Nitekim bildiğim 2 şarkıyı başta çaldılar ve 3. şarkıdan sonra biraz can sıkıcı olmaya başladılar. Editors ve Interpol'den esinlenilmiş bir İngiliz grubu olmaktan ziyade solistin sesinin çok güçlü olmayışı ve şarkıların birbirine benzerliği 5. şarkıda benim diğer sahneye doğru yol almama neden oldu.

Saat 16.30'da festivalin en büyük çadırı olan Alpha sahnesinde “N.E.R.D”sahne aldı. Saat biraz erken olsa da N.E.R.D'yi görecek olmanın keyfi vardı bende,çadır seyircilerle dolup taşmıştı. Bu arada seyirciler grubu beklerken bizlere fırlatılmış olan şişirilmiş topun içindeki kamera herkesi eğlendirdi. Top elden ele dolaştıkça kamera çekimleri ekranlara veriliyordu.Neyse grup sahneye çıktı ve ortalık inledi. 1 saatlik güzel bir performanstan sonra festival alanının diğer ucundaki India çadırında “British Sea Power'ı” görmeye gittim. Gayet keyifli olan bu grubu da izledikten sonra “The Breeders'a” baktım. Maalesef miladı geçmiş bir grup olarak artık emekliye ayrılmaları gerektiğini düşünüyorum çünkü performansları çok kötüydü. 2 şarkı dinledikten sonra etraftaki çöplerin üstünden atlaya atlaya Alpha sahnesine geri döndük. Sahne önüne girdik ve” Franz Ferdinand'ı” beklemeye başladık. Geçen sene RnC'ye gelmesine rağmen ben izleyememiştim, o yüzden gayet heyecanlıydım. Şayet grup oldukça keyifliydi ve çok iyi bir performans sergiledi. Tahmin edersiniz ki “Take me out” şarkısında herkes coştu.

3. gün- Pazar

3. gün festivalin son günüydü ama aslında en yoğun günü oldu. Aynı zamanda çok da keyifli gruplar izleme fırsatı buldum. Yorgunluktan biraz bitkin düşmüş olsam da son bir gayretle bu günü de birçok grubu görerek bitirmeyi başardım. Saat 2 gibi festival alanındaydım ve hemen “We are Scientist'i” görmeye gittim. Açıkcası 2 şarkı dinledikten sonra We are Scientists'in benim için ortalama bir İngiliz grubundan hiçbir farkı olmadığını anladım. Burdan Lima sahnesine İsveçli” Lykke Li'”yi izlemeye gittim. Kendisi Ocak ayında Groningen'da düzenlenen Eurosonic festivalinde de vardı ama ben kaçırmıştım. Şarkıcının sesi inanılmaz güzel ve performansı da gayet iyi, yakın gelecekte Türkiye'de görmek istediğim isimler listesine koydum kendisini. Burdan India sahnesine “Yeasayer'i” görmeye gittim. Lykke Li'den sonra çok daha elektronik bir müzikti ve çok tatmin olmadım onlardan. Tabii bu arada kısıtlı vaktim olduğu için ve acele etmem gerektiği için sadece 3 şarkı dinleyip başka bir çadıra “Hercules and The Love Affair'i” izlemeye gittim. 80'ler kalma gibi gözüken bu grup disko müziği tarzındaki müzikleriyle herkesi coşturmayı başardı. Sadece elektronik değil ama ayrıca enstürmantel müziğe de yer veren grup oldukça eğlenceliydi. Burda tüm konseri izledikten sonra “Jamie Lidell'i” izlemeye gittim. Funky caz olarak nitelendirebileceğim Jamie Lidell seyircileri memnun etmeyi başarmıştı. Burda da 4 şarkı dinledikten sonra festival alanının en uzak köşesindeki ve en küçük çadırı olan Charlie'ye gittik. Burada “Get Well Soon” adlı bir indie grup vardı; performansları iyi olmasına rağmen seyirciyi maalesef eğlendirmeyi pek başaramadılar. Get well soon tatminsizliğinden sonra festivalde ben de dahil olmak üzere birçok kişinin beklediği “MGMT”grubunu görmeye gittim. Hem radyo da hem televizyonda inanılmaz reklamları yapılıyordu ayrıca. MGMT'yi izlemek için oldukça kalabalık bir seyirci kitlesi vardı ve aralara sıkışıp onları izlemeye başladım. Oldukça keyifli ve eğlenceli bir grup kendileri, umarım onları da yakında Türkiye'de görebiliriz. MGMT'den sonra yine Charlie sahnesinde “Black Kids” vardı; ancak Floridalı grubu izlemeye giderken birden yağmur başladı ve herkes çadırlara üşüştü. Biraz sıkışsak da Black Kids'in "Listen To Your Body Tonight" gibi eğlenceli şarkılarını dinlemek bizim için yeterli oldu. Black Kids'in tüm performansını izleyince Crystal Castles'a geç kaldık. Zaten çok küçük olan X-Ray sahnesinde yer alan “Crystal Castles” performansını görmek için öyle yoğun bir ilgi vardı ki içeri bile giremedik; ama her zamanki gibi müzikleri kulağa çok ilginç geliyordu. Gruba geç kaldığım için biraz festival alanını dolandık. Festivalin son beklediğimiz ismi Sigur Ros'u göreceğimiz için heyecanlıydık. “Sigur Ros “sahne aldığı zaman hepimiz hipnoz altında gibiydik, kendisini kesinlikle bir kere canlı izlemek gerekiyor. Sanatçının performansıyla büyülenirken festival alanınında yağmur yağıyordu, tam Sigur Ros'a uygun bir havaydı. 1,5 saatlik bir performanstan sonra görkemli bir şekilde onları uğurladık ve biz de son bir kez festival alanında tur attık.
3 günlük yoğun bir festival programından sonra oldukça bitkin düştüm; ancak böyle iyi grupları izlemek çok büyük bir keyifti. Nispeten yağmur da çok az yağdı diyebiliriz. Yakında başka bir festivalde görüşmek üzere...

-- Bu yazı ve Lowlands fotoğrafları bu haftaki Reset! Magazine'de yayınlanacak.---
www.resetmagazine.net

Monday, August 4, 2008

Lenny Kravitz



Yazın en çok beklediğim konseri için Kuruçeşme Arena’ya doğru yol aldık. Trafik o kadar yoğundu ki Taksim’den konser alanına gitmemiz 1 saat sürdü. Saat 9’da içeri girdik, içeceklerimiz aldık ve konserin başlamasını beklemeye başladık. Alan tıklım tıkış kalabalık değildi ancak yine de oldukça ilgi vardı. 1 saat kadar geç başlayan konsere Lenny Kravitz yeni albümünden şarkılara yer vererek başladı. Konsere geç başladığı için ben biraz tepkiliydim ama nedense çoğu kişi lounge havasındaydı. Yeni albümünü pek kimse bilmiyor olucaktı ki eşlik edenlerin sayısı azdı. İlk 4 şarkı benim için fazlaca enstrümental oldu, caz konseri havasında, her şarkı 10 dakikaya yakın geçti. Sonra eski ve bilindik “American Woman”, “Stillness of Heart”, “It Ain’t Over till It’s Over”, “Fly Away” gibi şarkılar çalınınca seyircilerle birlikte biz de coşmaya başladık ve keyfimiz yerine geldi. Bir ara sanatçı sahneden inip seyircilerin arasına karıştı ve omuzlar üstüne alındı. Bis’te “Are you gonna go my way” ile konseri bitiren şarkıcı beni konserin başlarında biraz hayal kırıklığına uğratmış olsa da Lenny Kravitz’i dünya gözüyle izlemek güzeldi.