Saturday, December 13, 2008

The Do





The dooo the dooo diye inleyen ben sonunda onları İstanbul’da izleme şansı buldum!

Aslında bu haykırışlarım boşaydı...Onları Ocak ayında Groningenda yapılan Eurosonic festivalinde keşfetmiştim ve ilginç bir şekilde grup türkiyede tanınmaya başlanmıştı. Aslında diğer genel tüm konserlerde olan şey onların başına gelmedi... Ben sadece radyoda dönen şarkıları “On my shoulders” ve “At last” ‘in bilindiğini ve bu şarkılardan sonra izleyecilerin konser alanını terk edeceğini düşünüyordum ama öyle olmadı..Meğer türk genci yeni gruplara ilgililermiş ve cd alıyorlarmış!

Björk benzeri ama sesi çok daha tatlı olan Finli Olivia yine ilginç kıyafet seçimleriyle sahnedeydi. Fransız arkadaşı Dan’de sahneye bir Türk bayrağı t-shirt’üyle çıkıp izleyicilerin gönlünü almayı başardı. Duru sesiyle hepimize şarkıları söyletmeyi başaran The Do’yu 2. kez izlemek çok güzeldi. Her ne kadar Yeni Melek konser mekanı için yanlış tercih olduysa da yine de oldukça hareketli ve samimi bir konserdi. Bu arada sahne önündeki susayan izleyeciye su veren Olivia’nın tatlığına söyliyecek birşey bulamıyorum : )

Yine gelin dı dooooooooooooo!

Tuesday, December 9, 2008

Islands of Music

Lastfm'in taglediği müzik adacıklarından oluşan bu haritaya gerçekten bayıldım! : )

http://playground.last.fm/iom

Spin Magazine

Eskiden bişeyler karalar Reset'e gönderirdim falan ama şimdi işler büyüyor sanırım... a
Amatör kamerayla yapacağım konser öncesi röportajlar ve konser çekimleri artık Spin dergisinin yayınlayacağı Spin Earth web sitesinde yayınlanacak. Aslında işe umarsamayarak başlamıştım ama sanırım işler büyüyecek....bakalım nasıl olacak diye bende merak etmiyor değilim. İlk çekim'i bu cumartesi yeni melekte yapılacak olan The Do konserinde yapıcam. Keşke The Do'yu Babylon sahnesinde izleyebilsekdik ama İstanbul'a geliyorlar ya, bu da bize yeter diyelim! :)

Tuesday, December 2, 2008

2008'in en iyileri

2008'e veda etmemize 1 ay'dan az kaldı ve herkes 2008'in en iyi albümleri listesini çıkardı. Düşündüm,taşındım ve ben aralarında sıralama yapmadan adları yazmaya karar verdim. Mutlaka dinleyin!!

MGMT – Oracular Spectacular
The Do – A mouthful
Hercules & Love Affair – Hercules & Love Affair
Duffy- Rockferry
R.E.M – Accelerate
Lykke Li – Youth Novels
My Morning Jacket – Evil Urges
Black Kids – Partie Traumatic
Glasvegas- Glasvegas
Coldplay - Viva La Vida Or Death And All His Friends
TV On The Radio – Dear Science

Sunday, November 23, 2008

Efes Pilsen Blues Festival 19





İnanması komik ama burdaki ilk Blues festivalimdi. Fırtınadan uçmak üzere olsak da Maslak'a vardık ve yerlerimizi aldık. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen caymadan festivale gelen insanların blues aşkına hayran kaldım! Geceden öğrendiğim tek şey şu: merhamet güzeldir; ancak sonu gelmez. : )

Festivaldeki favorim Tina Turner kadar kuvvetli olan Sharrie Williams oldu.

Sunday, November 16, 2008

"I am...Sasha Fierce"




Müzik kariyerine Destiny’s Child ile başlamış ve 100 milyonun üstünde albüm satmış olan Beyonce yeni albümü “I am...Sasha Fierce” ile tekrar karşımızda. Destiny's Child’ın dağılmasından sonra çıkardığı 3. solo albümü olan "I am...Sasha Fierce" Beyonce’deki değişimin bir kanıtı. 2005 yılında ilk solo albümünden "Crazy in Love" şarkısı ile piyasaya çıktığında gruptaki duruşundan oldukça farklı bir tavır sergileyen Beyonce, artık idolü olan Barbara Streisand gibi bir ikon olmak istediğinin sinyallerini vermeye başladı. Birkaç ay önce Jay-Z ile evlenmiş olan yetenekli şarkıcı, kendindeki değişimi bu albümle müziğine yavaş yavaş yansıtmaya çalışmış. Sahnede ruhunun bedeninden ayrıldığını belirten ve bu alter-ego'ya "Sasha Fierce" adını vermiş olan Beyonce, böylece 2 cd altında 2 farklı kişiliğini müzikseverlere sunuyor. Bu albümle hem Beyonce'nin kırılgan,romantik ve yumuşak tarafını, hem de "Sasha Fierce" adı altında daha agresif, eğlenceli ve seksi tarafını keşfetme fırsatını buluyoruz.

Albüm aslında Standard ve Deluxe olmak üzere 2'ye ayrılıyor. Standard albüm 2 cd toplam 11 şarkıdan oluşurken, Deluxe albüm 2 cd toplam 16 şarkıdan oluşuyor. Nispeten 2. albümdeki şarkılar daha özel ve daha duygusal şarkılar; ancak eski bir Beyonce hayranı oalrak benim için ikisi de ayrı tattalar. Beyonce'nin fan'i olsanız da olmasanız da bence Deluxe albümü tercih etmelisiniz çünkü bu albüm bir başyapıt olmasa da Beyonce'nin en iyi albümlerinden biri. Beyonce’nin bundan önceki albümlerine göre daha slow ağırlıklı şarkılardan oluşsa da Beyonce albümünden yine hareketli şarkıları ihmal etmemiş. Albümünün ilk single'ı olan "If I Were A Boy"'un videosunu zaten izlemişsinizdir..Beyonce'nin albümü bu single gibi birçok duygusal şarkıdan oluşuyor. Kendisi için çok özel bir albüm olduğunu belirten şarkıcının "Halo", "Ave Maria", "Smash Into You", "Radio", "Hello", "Disappear" favorilerimden. Ayrıca çok önceden internete düşen "Beautiful Nightmare" şarkısı bu albümde "Sweet Dreams" olarak karşımıza çıkıyor. Güzel baladları ve gitar tınıları olan bu albüm insana gerçekten huzur veriyor. 2 farklı kişiliğin 2 farklı cd’de olması eleştirmenler tarafından doğru bulunmasa da Beyonce kendine emin bir şekilde yoluna devam ediyor.

“I am...Sasha Fierce” albümü şimdiden 2009 yılının gözde albümlerinden biri olma yolunda. Nisan ayında dünya turnesine çıkacak olan Beyonce'i tekrar izlemeyi umuyorum...

Thursday, November 6, 2008

MTV Avrupa Müzik Ödüllerinin Ardından...




Bir ödül törenini daha geride bıraktık. Bu sene MTV’nin Amerika’daki müzik ödüllerine göre bu gece Liverpool’dan izlediğimiz şov çok daha güzel ve zevkli bir şovdu. Gerek canlı performanslar, gerekse Katy Perry’nin ilginç kostümleri ve her yerde gördüğümüz Obama kıyafetleri ve görselleri...İşte benim MTV EMA 2008 izlenimlerim.


Ödül töreninin sunusu olan Katy Perry, aynı “I Kissed a Girl” şarkısındaki gibi kocaman bir cherry chopstick üzerine oturmuş, Amerikan futbolu forması üzerinde şarkısını söyleyerek çıktı karşımıza. Bu arada elindeki pembe mikrofonu da ilgimi çekmedi değil. İlk ödül olan “Most Addive Track”’i ünlü İngiliz grup Sugarbabes Pink’e verdi. Açıkcası yine bir MTV klişesi bekliyordum ve ilk ödülün Katy Perry’e gideceğinden emindim, o yüzden baya şaşırdım. Bu arada sahne değişimlerinde VIP Barda 30 Seconds of Mars kırmızı bir koltuğa konumlanmış, ünlülerle sohbet edip bizi oyalıyorlardı. Grubun üyelerinin üzerindeki Obama t-shirt’ünü görmemek imkansızdı! Zaten onlar da Obama’nın kazanmasından o kadar memnunlardı ki bunu tekrar izleyicilere duyurdular.

Burdan 5 yıldır MTV Avrupa Ödüllerinde sahne almayan, yıllardır fanatiği olduğum mükemmel sesli Beyonce sahne aldı ve yeni çıkacak albümünden “If I Were A Boy”’u seslendirdi. Sevgili Beyonce "Single Ladies" şarkısının klibindeki gibi robot kostümü içindeydi ve ona sahnede eşlik eden tüm grup üyeleri bayan elemanlardan oluşuyordu. Beyonce’nin performansından sonra “Headliner of the MTV” ödülünü güçlü adaylar arasından sıyrılıp genç bir Alman grup olan Tokio Hotel aldı. Bu sene kesinlikle onların senesi oldu; ama bence biraz fazla ilgi gördüler. Ödülden sonra Take That sahneye çıkıp bize 90’ların boy bandlerini hatırlattıktan sonra Solange diğer ödülü sunmaya geldi. Beyonce’nin kız kardeşi olan Solange’ı küçümsememeniz gerektiğini belirtmek isterim. Her ne kadar çoğu kişi onun Beyonce’nin gölgesi altında kaldığını düşünse de bunun aksine Solange’ın son albümü oldukça başarılı ve ses getiren bir albüm.

Tabii ki VIP Barda ödül törenine yardım etmenin MTV için bir bedeli de oldu. 30 Seconds to Mars “Rock out” ve “Videostar” dalında 2 ödül aldı. Aynı zamanda 2 ay önceki MTV Müzik ödüllerinde 3 ödül kapan Britney bu ödül töreninde yeni klip çekimlerinden dolayı törende olamasa da “Album of the year” ve “Act of 2008” ödüllerine layık görüldü.

Performanslara geri dönelim..Ting Tings’i Lowlands’de de izledikten sonra zaten overrated bir grup olduğunu yazmıştım. Yine performanslarından memnun kalmadığımı belirtmek istiyorum. The Killers’ın müthiş prodüksiyonla birlikte performansları izlemeye değerdi. Aynı zamanda Kanye West beyazlar içinde “Lovedown” şarkısını söyledi ve ardından Estelle sahnede ona eşlik edip “American Boy”’u söylediler. Şarkının sonunda ekranda Obama’yı gösterip konfeti patlatmaları da göz alıcıydı.

Bol bol kıyafet değiştiren Katy Pery Grace Jones’un elinden “New Act” ödülünü aldı. Zaten geceden ödül almadan ayrılmasını düşünmek imkansız olurdu. Kidrock ve Duffy’nin performansları da diğer performansların altında kalmadı... Ayrıca gecenin sürprizi olarak Bono MTV Ultimate Legend Ödülünü vermek için törene katıldı ve efsanevi Paul Mccartney ödülü aldı. Unutmadan “Europe’s Favourite Award” ödülünü Emre Aydın almasına çok sevindim. Kendisini MTV ödülü alan ilk Türk sanatçısı olarak tarihe geçtiği kutluyorum; ancak tabii ki bunda katkısı olan Türklerin katkısını unutmamak lazım.

Son olarak Pink’in “So What” şarkısı eşliğinde yastık savaşları ve ardından Katy Perry’nin şovu kapatmasıyla bir MTV ödülünü de böylece bitirmiş olduk. 2 saat boyunca inanılmaz sahne şovları, prodüksiyonları ve kreatif dizaynları için herkesi tebrik ediyorum.

Wednesday, October 29, 2008

Hüzün ve sevinç bir arada...



Geçtiğimiz hafta hayatım en garip haftalarından biri geçirdim. Önce Efes Pilsen Blues Festivali basın toplantısı için Kapalıçarşıdaydık. Esnaf yüzünden orda olmak biraz rahatsız edici olsa da yine de farklı bir mekanda olmak değişik bir tecrübeydi. Sonra Cuma ve Cumartesi günleri olanlar oldu. Kriz yüzünden arkadaşlarımızın apar topar gönderilmesi mi, karakollarda saatlerce beklemek zorunda kalmamız mı hangisinden bahsetsem bilemiyorum. Sanırım hayatta herşey planladığınız gibi gitmiyor. Her zaman bir B,C planınız olmasında yarar var.

Herneyse, sevindiğim kısma geliyim. Ocak ayında birkaç kişiyle birlikte Groningen'da Noorderslag festivaline yeni sanatçıları keşfetmeye gidicez. Mezuniyetimle birlikte festivali de aradan çıkarmış olucam. Bu arada Amsterdam da ne konser var diye bakarken Oasis'in 21 Ocak'ta Amsterdamda konser vereceğini gördüm. Her ne kadar son albümleri "Dig out your soul" bolca eleştiri alsa da Oasis'i dünya gözüyle görme şansım olduğunu fark edince çok sevindim. Biletimi almak için hazırda bekliyorum,yuppi!

Bu arada bu hafta başlayacak olan Phonem by Miller festivali kapsamında ülkemize gelicek olan birbirinden ünlü isimler var. Kaçırmamanızı öneriyorum. Tabii eğer siz de benim gibi her etkinliğe gitmek isteyip kararsız kalanlardan biriyseniz bol şanslar! : )

Sunday, October 5, 2008

That was just a dream...




Dün S.O.S İstanbul festivali için Kuruçeşme Arenadaydık. Mor ve Ötesine kadar doluluk oranı az olan alan, grubun çıkmasıyla dolmaya başladı. Bu festivalin en önemli özelliği aslında STK'lara alanda sadece stand verilmiş olması değil, onlara sahnede de yer verilmiş olmasıydı. Bazı STK'lar çok ilgi çekmemiş olsa da umarım bu festivalin bir yararı olmuştur.
Saat 9'da doğru heyecanlı bekleyiş başladı ve ilk 3 şarkı için sahne önüne geçtik. 2 saat ara vermeden konser veren R.E.M'in performansından etkilenmemek imkansızdı. 50'lere gelmiş grup üyelerinin inanılmaz enerjisi hepimizi çoşturmuştu.Havanın da güzel olmasıyla alan beklediğimizden doluydu ve r.e.m hayranıyla çevrilmişti. Büyük uğraşlar sonunda onları Türkiye'de görebilmek çok güzeldi.

Thursday, October 2, 2008

Yeni şarkılar,albümler...

S.O.S festivali kapsamında gelecek olan R.E.M'i 4 ekim'de Kuruçeşme Arena'da izleme fırsatı bulacağız. Havanın güneşli olacağını umarak yeni favori şarkılarımdan bahsedeyim biraz...

Jack White ve Alicia Keys yeni Bond filminin şarkısını yapmışlar. Amy Winehouse bu şarkıyı söylese nasıl olurdu diye düşünmeden edemesem de, bence hiç de fena bir şarkı olmamış. Aynı zamanda Britney'de Aralık ayında çıkartacağı yeni albümü öncesi geri dönüş sinyalleri vererek "Womanizer" şarkısını yayınlamış. Bundan önceki albümün devamı havasında bir şarkı olsa da, listelerde uzun süre duracağa benziyor. Albümü "Dig out your soul"'u yeni yayınlamış olan Oasis, beni yeni şarkılarıyla çok tatmin etmedi. Aynı şekilde Cold War Kids'in yeni albümü de beni hayalkırıklığına uğrattı diyebilirim.

Yazmaya başlamışken festivallerden de bahsediyim. 31 Ekim-8 Kasım arasında yer alacak Phonem By Miller, British Sea Power'ı getiriyor... 13 Aralıkta da çok sevdiğim The Do grubu İstanbul'da olacak.

Wednesday, September 24, 2008

R.E.M'e geri sayım başladı!




Beklenen konsere sadece 10 gün kaldı...S.O.S İstanbul festivali kapsamında R.E.M Kuruçeşme Arena'da sahne alacak. Siz de bayram tatilini İstanbulda geçirenlerdenseniz bu festivali kaçırmayın!

Wednesday, September 10, 2008

Etkinlik Organizatörleri Röportaj Serisi - Pozitif



3 hafta önce Reset! dergisinden Seda ile birlikte Pozitif ofisinde buluştuk. İnanılmaz aceleye gelen bu röportajı Elif Cemal ve Uluç Dündar ile bir röportaj yaptık. Türkiyedeki etkinlik pazarı hakkında daha fazla bilgi alıp işin inceliklerini bir de onlardan öğrenmek istedik.
Güzel sorulara güzel cevaplar var bu röportajda. Okumanızı tavsiye ediyorum.

http://www.resetmagazine.net/resetsayi18/insan/insan1.html

Monday, September 8, 2008

MTV VMA's 2008




Dün gece Türkiye saati ile 3’te MTV’den yayınlanan MTV Video Music Awards’ın 25. ‘sini izledim. 14-15 yaşından beri müzik ödüllerini canlı izliyordum; ancak 2 senedir töreni izleyememiştim. Bu sene Hollywood Paramount stüdyolarında yapılan ödül törenini merakla bekliyordum. Müzik töreni açılışını bir yıldan beri sürekli sansasyon yaratan Britney Spears açtı. Sahne arkasından sahneye çıkarken görüntülenmeye başlayan Spears, kendine gelmiş, epeyce kilo vermişti. 25. yıl nedeniyle ödül törenine katıldığını belirtti; ancak sandığım gibi sahne performansı falan yoktu. Ardından Rihanna güzel bir kıyafetle sahneye çıktı ama sesi oldukça kötüydü, şarkı sonuna doğru iyice nefes nefese kaldı. Onu Beyonce ile karşılaştıranların büyük bir hata yaptığını ispatlamış oldu. Bu arada İngiliz sunucu Russell Brand’in Barack Obama’ya olan desteği ve açıkca “lütfen Barack Obama’ya oy verin.” demesi seyircileri şaşkınlığa uğrattı. Brand’in seçim hakkındaki düşüncelerini cüretkarca belirtmesine hayran kaldım!
Best Female Video ödülünü “Piece of Me” videosuyla Britney Spears aldı. Ardından Christina Aguilera, Ting Tings (ki tamamen overrated bi grup olduğunu düşünüyorum!), Katy Perry, Lil Wayne ve Pink’in sahne performanslarını izledim. Gece boyunca Paramount stüdyolarının çeşitli yerlerinde sahne alan sanatçılara rağmen geceye damgasını vuran kişi aldığı 3 ödülle (Best Female, Best Pop, Best Video of the year) Britney Spears oldu. Görülüyor ki, Amerikalılar Spears’ın bir Amy Winehouse vakasına dönmesinden oldukça korkmuş ve onu kendine getirmek için verebilecekleri tüm desteği vermeye başlamışlar.

Saturday, August 23, 2008

Oasis - Stop the Clocks




Geçen hafta Amsterdam'a gittiğimde kısıtlı zamanım olmasına rağmen yine de bir yolunu bulup en sevdiğim yerlerden biri olan Concerto'ya gittim. Burdaki CD'lerin çeşitliliğine bayılıyorum ve beni bıraksalar saatlerce orada oyalanabilirim :)
Etrafa dolanıyordum ki, gözüme çarpan şeylerden biri de Oasis'in 2006 yılında çıkardığı "Stop the clocks" adlı 3 disc'ten oluşan paketi oldu. 2 müzik cd'si ve 1'de DVD vardı içinde. Oasis hayranı olarak hemen aldım onu ve bugün sıcaktan bayılmış bir vaziyette olduğum için onunla ilgilenmeye karar verdim. O kadar keyifli ki onları dinleyip izlemek! Görmek istediğim sanatçılar listesinden yerini koruyor, umarım yakında onları izleme fırsatı bulacağım! :) Eğer sizde bir Oasis hayranıysanız "Stop the Clocks"'ı kesinlikle alın!

Unutmadan konu dışı ama eskiden çok büyük bir hayranı oldum Destiny's Child (size komik gelebilir ama evet öyleydi) yeniden bir araya gelme kararı almış. 3 yıl aradan sonra onları tekrar birlikte görmek güzel olacak.

Monday, August 18, 2008

Lowlands




Bu hafta Amsterdam'a 1 saat uzaklıkta olan Biddinghuizen'da düzenlenen ve 55.000 kişinin katıldığı Lowlands festivaline gitme fırsatı buldum.
Bu festival 2 ay önce gittiğim Pinkpop festivaline göre çok daha büyük bir festivaldi. Alanda 10 farklı çadır bulunuyordu; 7'si müzik çadırı, 1'i komedi çadırı ve diğer 2'si film çadırları. Anlayacağınız üzere bu festival sadece bir müzik kasabası değil aslında 3 gün boyunca hiç sıkılmadan vakit geçirebileceğiniz bir eğlence parkı gibiydi. Ayrıca etrafta hazırlanmış özel oturma mekanları,değişik dükkanlar ve aktiviteler de cabası...Benim favorilerim etrafta gezen DJ arabası, arabayla oynanan tetris ve silent disco oldu.

1. gün - Cuma

Akşamüstü 3 gibi alana girdik... trafik yoğun olduğu için biraz geç kaldık. bulutların arasından ara ara çıkan güneş sayesinde yağmursuz bir gün geçirmeyi başardık. Hem İstanbulda hem de Amsterdamda kaçırdığım ve dinlemeyi dört gözle beklediğim “ The National'ı”izlemek için Grolsch sahnesine yol aldık. Bu arada alanda yürürken alanın ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Alan Rock'n Coke'un 3 katı,Pinkpop'un 2 katı !! Sahne önünde yerimizi aldık ve grup saat 4'te sahneye çıktı. Yavaş yavaş şarkılarıyla tempolarını arttıran grup mükemmel bir performans sergiledi! Bir ara grubun solisti Mark seyircilerin arasına karıştı ve omuzlara alındı :) Sonunda onları dünya gözüyle izlemek çok güzeldi.

Burdan sonra Amerikalı grup “ The Budos Band'den “birkaç şarkı dinleme fırsatı buldum. “Funky caz grubunu” beğendim, ordan “The Ting Tings'e” geçtik. ilk iki şarkı grubu üne kavuşturan “We walk” ve “Shut up and let me go”'dı.. Bundan sonraki şarkılar bize biraz kabak tadı verdi. açıkcası grubun overrtated olduğunu düşünüyorum. Herneyse burdan İngiliz “The Kooks” grubunu izlemeye gittik. Alpha sahnesi çok büyük bir çadır ve The Kooks'un bu kadar ilgi gördüğünü görmek ilginçti. Festival için iyi bir grup olmasına rağmen benim için herhangi bir brit pop/rock grubundan hiç farklı değildi açıkcası. burda 4-5 şarkılarını izledikten sonra india sahnesine “Santogold'u “izlemeye gittik, bu arada sahnelerin araları çok uzak olduğu için yürümek epey bir uzun sürüyordu Santogold maalesef benim tarzım olduğu fazla dayanamadım. Burdan “ The Flaming Lips'e” gittik. Çadırda bir çok rengarenk balon uçuyordu. Belli ki grup görsel bir festival yapıyordu seyircilere… Avrupadaki turnelerinin son ayağı olduğu için oldukça hareketliydiler ve burdan gecenin son durağı “Infadels”'i izlemeye gittik. Aralık sonuna doğru Babylon'a gelicek olan bu grubu merakla bekliyordum..Çadır dolup taşmıştı ve günün en iyi 2. performansını izlettiler bana,oldukça enerjik ve hareketliydiler. (Tabii onları izlerken girdiğim çamur batağı ve üzerime dökülen biralardan bahsetmek bile istemiyorum :)

2. gün- Cumartesi

Sabah Amsterdamda iyi bir öğlen yemeği ve gezmeden sonra saat 3 gibi alana gittik. Girişe en uzak olan ve en küçük olan Charlie sahnesinde “White Lies” vardı. Grubun 2 şarkısını biliyordum ve performanslarını merak ettiğim için gittim. Nitekim bildiğim 2 şarkıyı başta çaldılar ve 3. şarkıdan sonra biraz can sıkıcı olmaya başladılar. Editors ve Interpol'den esinlenilmiş bir İngiliz grubu olmaktan ziyade solistin sesinin çok güçlü olmayışı ve şarkıların birbirine benzerliği 5. şarkıda benim diğer sahneye doğru yol almama neden oldu.

Saat 16.30'da festivalin en büyük çadırı olan Alpha sahnesinde “N.E.R.D”sahne aldı. Saat biraz erken olsa da N.E.R.D'yi görecek olmanın keyfi vardı bende,çadır seyircilerle dolup taşmıştı. Bu arada seyirciler grubu beklerken bizlere fırlatılmış olan şişirilmiş topun içindeki kamera herkesi eğlendirdi. Top elden ele dolaştıkça kamera çekimleri ekranlara veriliyordu.Neyse grup sahneye çıktı ve ortalık inledi. 1 saatlik güzel bir performanstan sonra festival alanının diğer ucundaki India çadırında “British Sea Power'ı” görmeye gittim. Gayet keyifli olan bu grubu da izledikten sonra “The Breeders'a” baktım. Maalesef miladı geçmiş bir grup olarak artık emekliye ayrılmaları gerektiğini düşünüyorum çünkü performansları çok kötüydü. 2 şarkı dinledikten sonra etraftaki çöplerin üstünden atlaya atlaya Alpha sahnesine geri döndük. Sahne önüne girdik ve” Franz Ferdinand'ı” beklemeye başladık. Geçen sene RnC'ye gelmesine rağmen ben izleyememiştim, o yüzden gayet heyecanlıydım. Şayet grup oldukça keyifliydi ve çok iyi bir performans sergiledi. Tahmin edersiniz ki “Take me out” şarkısında herkes coştu.

3. gün- Pazar

3. gün festivalin son günüydü ama aslında en yoğun günü oldu. Aynı zamanda çok da keyifli gruplar izleme fırsatı buldum. Yorgunluktan biraz bitkin düşmüş olsam da son bir gayretle bu günü de birçok grubu görerek bitirmeyi başardım. Saat 2 gibi festival alanındaydım ve hemen “We are Scientist'i” görmeye gittim. Açıkcası 2 şarkı dinledikten sonra We are Scientists'in benim için ortalama bir İngiliz grubundan hiçbir farkı olmadığını anladım. Burdan Lima sahnesine İsveçli” Lykke Li'”yi izlemeye gittim. Kendisi Ocak ayında Groningen'da düzenlenen Eurosonic festivalinde de vardı ama ben kaçırmıştım. Şarkıcının sesi inanılmaz güzel ve performansı da gayet iyi, yakın gelecekte Türkiye'de görmek istediğim isimler listesine koydum kendisini. Burdan India sahnesine “Yeasayer'i” görmeye gittim. Lykke Li'den sonra çok daha elektronik bir müzikti ve çok tatmin olmadım onlardan. Tabii bu arada kısıtlı vaktim olduğu için ve acele etmem gerektiği için sadece 3 şarkı dinleyip başka bir çadıra “Hercules and The Love Affair'i” izlemeye gittim. 80'ler kalma gibi gözüken bu grup disko müziği tarzındaki müzikleriyle herkesi coşturmayı başardı. Sadece elektronik değil ama ayrıca enstürmantel müziğe de yer veren grup oldukça eğlenceliydi. Burda tüm konseri izledikten sonra “Jamie Lidell'i” izlemeye gittim. Funky caz olarak nitelendirebileceğim Jamie Lidell seyircileri memnun etmeyi başarmıştı. Burda da 4 şarkı dinledikten sonra festival alanının en uzak köşesindeki ve en küçük çadırı olan Charlie'ye gittik. Burada “Get Well Soon” adlı bir indie grup vardı; performansları iyi olmasına rağmen seyirciyi maalesef eğlendirmeyi pek başaramadılar. Get well soon tatminsizliğinden sonra festivalde ben de dahil olmak üzere birçok kişinin beklediği “MGMT”grubunu görmeye gittim. Hem radyo da hem televizyonda inanılmaz reklamları yapılıyordu ayrıca. MGMT'yi izlemek için oldukça kalabalık bir seyirci kitlesi vardı ve aralara sıkışıp onları izlemeye başladım. Oldukça keyifli ve eğlenceli bir grup kendileri, umarım onları da yakında Türkiye'de görebiliriz. MGMT'den sonra yine Charlie sahnesinde “Black Kids” vardı; ancak Floridalı grubu izlemeye giderken birden yağmur başladı ve herkes çadırlara üşüştü. Biraz sıkışsak da Black Kids'in "Listen To Your Body Tonight" gibi eğlenceli şarkılarını dinlemek bizim için yeterli oldu. Black Kids'in tüm performansını izleyince Crystal Castles'a geç kaldık. Zaten çok küçük olan X-Ray sahnesinde yer alan “Crystal Castles” performansını görmek için öyle yoğun bir ilgi vardı ki içeri bile giremedik; ama her zamanki gibi müzikleri kulağa çok ilginç geliyordu. Gruba geç kaldığım için biraz festival alanını dolandık. Festivalin son beklediğimiz ismi Sigur Ros'u göreceğimiz için heyecanlıydık. “Sigur Ros “sahne aldığı zaman hepimiz hipnoz altında gibiydik, kendisini kesinlikle bir kere canlı izlemek gerekiyor. Sanatçının performansıyla büyülenirken festival alanınında yağmur yağıyordu, tam Sigur Ros'a uygun bir havaydı. 1,5 saatlik bir performanstan sonra görkemli bir şekilde onları uğurladık ve biz de son bir kez festival alanında tur attık.
3 günlük yoğun bir festival programından sonra oldukça bitkin düştüm; ancak böyle iyi grupları izlemek çok büyük bir keyifti. Nispeten yağmur da çok az yağdı diyebiliriz. Yakında başka bir festivalde görüşmek üzere...

-- Bu yazı ve Lowlands fotoğrafları bu haftaki Reset! Magazine'de yayınlanacak.---
www.resetmagazine.net

Monday, August 4, 2008

Lenny Kravitz



Yazın en çok beklediğim konseri için Kuruçeşme Arena’ya doğru yol aldık. Trafik o kadar yoğundu ki Taksim’den konser alanına gitmemiz 1 saat sürdü. Saat 9’da içeri girdik, içeceklerimiz aldık ve konserin başlamasını beklemeye başladık. Alan tıklım tıkış kalabalık değildi ancak yine de oldukça ilgi vardı. 1 saat kadar geç başlayan konsere Lenny Kravitz yeni albümünden şarkılara yer vererek başladı. Konsere geç başladığı için ben biraz tepkiliydim ama nedense çoğu kişi lounge havasındaydı. Yeni albümünü pek kimse bilmiyor olucaktı ki eşlik edenlerin sayısı azdı. İlk 4 şarkı benim için fazlaca enstrümental oldu, caz konseri havasında, her şarkı 10 dakikaya yakın geçti. Sonra eski ve bilindik “American Woman”, “Stillness of Heart”, “It Ain’t Over till It’s Over”, “Fly Away” gibi şarkılar çalınınca seyircilerle birlikte biz de coşmaya başladık ve keyfimiz yerine geldi. Bir ara sanatçı sahneden inip seyircilerin arasına karıştı ve omuzlar üstüne alındı. Bis’te “Are you gonna go my way” ile konseri bitiren şarkıcı beni konserin başlarında biraz hayal kırıklığına uğratmış olsa da Lenny Kravitz’i dünya gözüyle izlemek güzeldi.

Monday, July 21, 2008

İstanbulda bir yaz...


Sıcaklarla cebelleşirken yaz konserleri ve festivalleri de son hızla devam ediyor. Bu sene geçen seneye göre çok daha verimsiz geçiyor bence. Uluslararası Caz Festivali saymazsak ilgimi çok da çeken bir şey yok açıkcası. Bu sene Masstival’e gitmedim, Radar Live’ı özlemekteyim ve RnC’nin yokluğunu hissetmekteyiz.

Uluslararası Caz Festivali kapsamında geçtiğimiz haftalarda Pink Martini konserine gittim. Yoğun katılımın olduğu konserde Pink Martininin performansı müthişti. Adeta bir CD’den çalıyormuş gibi mükemmeldi performansları. Dünyanın birçok ülkesinden seçtikleri şarkılarıyla yıldızlar altında herkesi büyülemeyi başardılar. Çok merak ettiğim Rufus Wainright’ı maalesef kaçırıyorum..Ay sonunda yapılacak Lenny Kravitz konserini dört gözle bekliyorum.


Bu arada Pozitif organizasyonuyla 4 Ekim’de gerçekleşecek olan ve R.E.M’in de katılacağı festival’de yılın organizasyonlarından olacak!

Tuesday, June 24, 2008

Efes Pilsen One Love 7


Uzun zamandır üzerinde tez yazdığım festivali görme zamanı sonunda gelmişti. Geçen sene Efes ailesinin bir parçası olarak çalıştığım Efes Pilsen One Love festivaline bu sefer Pozitif ekibi ile çalışarak katıldım. Açıkcası oldukça heyecanlıyım; çünkü bu festival hem Pozitifteki uzun dönemli stajımın başlangıcıydı hem de tezde yazdığım değişiklikleri gerçek hayatta görme şansıydı.

Cumartesi sabah erkenden Santralistanbul’daydım. Alanı Park Ormanla karşılaştırdığımızda çok daha geniş ve yeşillikli bir ortamdı. Aktiviteler ve yemek standları alana çok daha iyi yayılmış, seyircilere çok daha rahat bir ortam yaratılmıştı. Cumartesi gününün favorileri Bedük, Yelle ve Roisin Murphy diyebilirim. Fransız Yelle’i Ocak ayında Eurosonic festivalinde seyretmiştim; ama onu kuliste görünce güzelliğine de hayran kaldım. Roisin Murphy’i de Pinkpop festivalinde izledikten sonra zaten iyi bir performans çıkaracağından emindim , ayrıca çok da cool kadın :)

Pazar günü festivale katılım çok daha fazlaydı. Özellikle Shantel ve Gogol Bordello’nun sahne alacak olmasıyla festival alanı dolup taştı. Ben de kuliste sanatçı röportajlarıyla ilgilenirken, SNEK ekibine küçük bir yardımda bulunup Shantel ile röportaj yaptım. Shantel gerçekten çok tatlı biri. Sahneye çıkmadan da Türkçe öğrenmeye çalışıyordu, konuşmamız sırasında :) Avrupa Şampiyonasında bu sene kupayı Türkiyenin almasını istediğini söyledi ...

Kısacası One Love festivali bundan önceki senelere göre birçok değişiklik yaptı ve çok da başarılı oldu. Mekan değişimi ve aktivitelerin arttırılması gerçekten olumlu değişimlerdi. Guitar hero ve Karaoke’ye gösterilen ilgi oldukça yoğundu. Yemek kuyrukları biraz fazlaydı ama onu da görmemezlikten gelelim artık. Ayrıca Santralistanbul’un dört bir yanında yankılanan ezan sesini festivalde kamufle etmekte de gayet başarılı olundu. Bazı yazarlar tarafından tartışılan 2 güne 2 farklı konsept geliştirme fikri bence oldukça başarılı bir çalışma oldu. Benim için de koşuşturmacanın arasında keyifli vakit geçirdiğini gözlediğim gençleri izlemek çok güzeldi.
Efes Pilsen ve Pozitif ekibini başarılı organizasyonlarından dolayı kutluyorum.

Friday, June 13, 2008

AFAC - Bisiklet mezarlığı


2 hafta önce Pinkpop'a gitmeden önce tren istasyonuna bıraktığım bisikletim AFAC denilen şirket tarafından götürülmüştü. Bende fazlasıyla bu duruma sinirlenmiştim...Adamların işi gücü yok bisiklet polisi olarak etraftan bisikletleri götürüyolar :) Herneyse, bugün ancak zaman bulabildim ve AFAC'ın bisikletleri götürdüğü merkeze gitmek için arkadaşımla yola çıktım. Bir yer bu kadar mı alakasız bi alanda olabilir?!?! Bir de Hollandada otobüs şöförlerinin grevde olması nedeniyle mekana taksiyle gitmek zorunda kaldık. Adeta bisiklet mezarlığı olan bu alanda neyseki bisikletimi bulmak kolay oldu ve sonunda bisikletime kavuştum. :) Hollandada bisikletinizin çalınması ya da AFAC tarafından götürülmesi aynen arabasız kalmanız gibi birşey. Herneyse bisiklete kavuştum ;ancak dönüş yolu çok daha eğlenceliydi. Nerede olduğumuz bile bilmeden bisikletle geri dönmeye çalıştık, deli gibi yağmur başladı ve yarım saat bisiklet yolculuğundan sonra bir de yanlış tarafa doğru gittiğimizi öğrenip geri dönmek zorunda kaldık. Bu arada yel değirmenlerinin de arasından gittik... Tipik bir Hollanda günü geçirdim anlayacağınız.

Unutmadan, bu aralar görülmeye değer konserler olmadığı için maalesef Amsterdamdaki konser sezonunu kapatmış bulunmaktayım. Önümüzdeki hafta İstanbul'a taşınıyorum, yeni bir staj ve uzun süredir üzerinde çalıştığım One Love festivalini de görme fırsatı bulacağım. Ne kadar burada sık sık söylenmiş olsam da, Amsterdam'ı özleyeceğim.

Monday, June 9, 2008

Vondelpark Sahnesi


Bugün evimin karşısındaki, Amsterdam'ın en büyük parkı olan Vondelparktaydım. Hava güneşli ve sıcak olduğundan park inanılmaz doluydu. Vondelpark Amsterdamda en çok sevdiğim mekanlardan biri, insana inanılmaz huzur veriyor. Maalesef İstanbulda şehrin stresinden uzaklaşıp yakınlarda huzur bulabileceğimiz bir alan olmadığı için Vondelpark'ın keyfini sürmeyi seviyorum.

Ayrıca bu haftasonundan itibaren yaz sonuna kadar parktaki açık hava sahnesinde çeşitli gruplar burda konser vermeye başladı. Ne ararsanız var...Klasik,dans,jazz... 150-200 kişinin rahatlıkla konserleri izleyebileceği bir alan yaratılmış ve herkes gelip ücretsiz olarak bu konserleri izleyebiliyor.
Benim için de çimlere uzanmış, güneşin keyfini çıkartırken canlı müziği dinlemek ayrı bir güzel oldu. Bu yaz yolunuz Amsterdama düşerse, bir uğrayıp bakın derim.

Wednesday, June 4, 2008

Pinkpop festival


Dünyada senelik olarak düzenlenen en eski müzik festivali olan Pinkpop, Hollandanın güneyinde Landgraafta 30 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında yer aldı. Bu sene 39.su gerçekleştirilen festivalde 3 ayrı sahnede toplam 39 sanatçı yer aldı ve her gün 60.000’i aşan seyirci vardı alanda. Ben ilk günü kaçırmama rağmen Cumartesi ve Pazar günleri ordaydım ve festivalin güzel havasını solumayı başardım.

Gittiğim ilk gün olan Cumartesi, akşamüstüne kadar çok ilgimi çeken bir grup olmadığı için daha çok festival alanını gezip aktiviteleri gözlemledik. Guitar hero,tırmanma ağacı ve masaj en fazla ilgi gören aktivitelerdendi. Ana sahnenin yanındaki çadırda akşam saatlerine doğru ard arda Justice ve Groove Armada yer aldı. Çadır seyircilerle dolup taşsada ve sahneyi görmemek mümkün olmasada onları canlı dinlemek çok güzeldi. Yağmurun performanslara denk gelmesi yüzünden çamura batmış olsak da Groove Armada performansında lazer show’da yapıp hepimizi bolca eğlendirdi. Groove Armada ile aynı zamanda 3FM sahnesinde The Verve vardı. Son 2 şarkılarına yetişebildik ve tabiiki son şarkıları herkesin bildiği “Bittersweet Symphony” oldu. Ordan ana sahneye yol aldık ve Foo Fighters’ı beklemeye başladık. Grup oldukça canlı bir konser verdi, konserin bir kısmını da akustik götürüp farklı bir performans sergiledi. Ana sahnedeki ses ve görüntü sisteminin de kusursuz hazırlanmış olması da büyük bir artıydı.

Festivalin 3. ve son günü olan Pazar günü ise Cumartesi gününe göre farklıydı. Öncelikle yaşadığımız ulaşım sorunu yüzünden çok yorgunduk ve maalesef akşama kadar olan sanatçılar çok etkileyici değildi. Ana sahnede öğle saatlerinde “Fiction Plane” adlı grup yer aldı. Müzikleri inanılmaz Bon Jovi’ye benziyor diye düşünüyorduk ki şans eseri solistin Bon Jovi’nin oğlu olduğunu öğrendik. Pek tanınmayan bir grup olsada cazip bir tınısı olmasından seyircileri kendilerine çekmeyi başardılar. Aynı saatlerde 3FM sahnesinde yer alan “The Wombats”’in birkaç şarkısını sevmeme rağmen sahne performanslarında zayıf kaldılar. Yine aynı saatte akşamüstü çıkan “The Hives” ‘da beklentilerimin altındaydılar. “The Wombats”’ten birkaç şarkı dinleyip ana sahnenin yanındaki sahneye giderken Patrick Watson konsere başlamıştı, ancak çok ilgi görmedi. Ondan hemen sonra seyircilerin yoğun ilgi gösterdiği İngiliz sanatçı Kate Nash başlarda konsere biraz detone başlasa da sonlara doğru hatalarını telafi etti.

Kate Nash’den sonra akşamüstü ana sahnede Alanis Morisette yer alacaktı. Biz de sahne önüne geçmek için son bir kez daha şansımızı denedik ve bir Türk güvenlik görevlisi sayesinde içeri girmeyi başardık! Ortalarda görülmeyeli fazlaca kilo almış olan Alanis Morissette aslında performansından hiçbir şey kaybetmemişti ve duygusal şarkılarıyla bazı hayranlarını ağlatmayı bile başardı. Ayrıca aynı gün onun doğumgünü olması nedeniyle hep birlikte ona “Happy Birthday” şarkısı söyledik ve sonra sahne önünden ayrıldık. Burdan festival alanına kuşbakışı bakmak için yol aldık. Alandaki vinç sayesinde 5-6 dakika boyunca tepeden alana bakma ve güzel fotoğraflar çekme fırsatımız oldu. Hemen ardından yine ana sahnedeki Queens of the Stone Age’den güzel şarkılar dinledik ve akşam saatlerine doğru da diğer sahnede Roisin Murphy yer aldı. Kendisi bizi güzel sesiyle mest etti. Umuyorum bu ay Efes Pilsen One Love’da da performansı bu kadar iyi olur. Festivalin kapanış performansı Rage Against the Machine oldu. Hapishane kostümleriyle geldikleri sahnede adeta seyircileri coşturdular ve 1,5 saat boyunca herkesi zıplattılar.

Kısacası birçok ünlü ismi birkaç günde görme fırsatı bulduğum güzel bir festival oldu bu. Yaşadığımız ulaşım zorluğuna ve havada uçuşan biralardan nasibimizi almamıza rağmen festivalden büyük zevk aldım. Umarım birgün Türkiyede de bu kadar uzun soluklu ve başarılı bir festival gerçekleştirmeyi başarırız.


Ps: Bu yazım ve festival fotoğrafları bu ayki Reset! dergisinde yayınlanıyor Feist yazısıyla birlikte...Fotoğraflara oradan bakabilirsiniz.
www.resetmagazine.net

Saturday, May 24, 2008

Feist





Aynı zamanda Broken Social Scene üyesi olan Kanadalı şarkıcı Feist, solo olarak devam ettiği müzik kariyerindeki dünya turnesi çapında 24 Mayıs gecesi Amsterdam-Paradiso’da konser verdi. Bende konserden 2 ay önce biletimi almış, merakla bu konseri bekliyordum. Konser biletleri 1,5 ay önceden tükenmiş, seyirciler sabırsızlıkla Feist’ı bekliyorlardı.


Saat 9 civarında Feist sahneye çıktı. Konser boyunca, gölge şovları sahnenin arkasında kurulmuş olan perdeye yansıtıldı. Her şarkının temasına uyacak şekilde hazırlanmış olan bu görsel gösteri konsere ayrı bir zevk kattı. Ağırlıklı olarak “Let It Die” ve “The Reminder” albümlerinden şarkılar seslendirdi sanatçı. 1,5 saatlik bu konserde “I Feel it All”,”1 2 3 4”, “Honey Honey”, “My Moon,My Man”,”Inside and Out”,”One Evening” gibi birçok şarkı dinleme fırsatı bulduk Feistdan. Şarkı aralarında çok da güzel itiraflarda bulundu kendisi. Amsterdamı çok sevdiğini ve şehirdeki bisiklet maceralarını anlatırken, aslında bir itirafta bulunup 6 yıl önce Paradiso’da Gonzales ile sahneye çıkacakken space cake yiyip sahneye çıkamamasından bile bahsetti. Bu yüzden de bu gece sahnede olabildiğinden oldukça memnundu. İnsana huzur veren bu sesi canlı olarak dinleyebilmek çok büyük bir mutluluktu. Feist, seyircileri hem sesi hemde sahnedeki samimiyeti ve şirinliğiyle büyüledi, adeta hepimize görsel ve müzikal bir şov yaptı.

Sunday, May 18, 2008

Facebooktaki güvenlik problemi


Bugün Facebook hakkında yazmak istedim. Okul için bir yazı hazırlarken aslında bunu sizlerle paylaşmanın iyi bir fikir olacağını düşündüm. Bugün tüm dünyada 70 milyon kullanıcısı olan bu site adeta bir virüs gibi yayıldı. Ancak bu sitenin güvenliği hakkında ne kadar bilginiz var?

Bir süredir Facebookta kullanıcılar çeşitli güvenlik ve gizlilik problemleri yaşamaktalar. Öncelikle buraya üye olan kullanıcıların profillerini tamamen silmeleri mümkün değildi. Şimdi bunu yapmak için ancak Facebook yetkililerine mail atmanız gerekiyor çünkü siz Facebooktan çıkmak isteseniz de sizin kişisel bilgileriniz şirketin sisteminde tutuluyor. Ve bundan sonra çıkan 2. en büyük problem BBC’nin “Click” adlı programında açıklanan application problemi oldu.

Biliyorsunuz bir süredir Facebookta istemediğiniz kadar application türedi. Bende ilk zamanlar birçok application kullanmış olsam da sonradan sıkıldım ve çoğunu sildim. Applicationlar hakkında yapılan araştırmada bulunan şu ki application yaratan kişiler sizin ve sizin arkadaşlarınızın kişisel bilgilerini çalabiliyor. Facebook bu konuda aslında bizleri uyarsa ve bunu engellemek için bir opsiyon sunsada bu çoğu applicationda geçerli olmuyor. Maalesef Facebook’un açılan çoğu application üzerinde de hiçbir kontrolü yok. Kısacası kişisel bilgilerinizin çalınmaması an meselesi...

Applicationları eklerken “Allow this application to...” kısmında önünüze çıkan kutucuktaki tüm seçeneklerin işaretlerini kaldırmayı unutmayın ki en azından bilgileriniz daha güvende olsun.

Saturday, May 17, 2008

Coldplay - Viva La Vida


Coldplay’in EMI’den çıkan 4. albümü “Viva La Vida” Haziran ortasında piyasada olucak; ancak Radiohead gibi kendi istediğini yapabilen ve plak şirketine bağımlı olmayan gruplara çok özentiğini belirterek...

Yeni albümünden birkaç şarkıyı dinledim. İlk singleları olan “Violet Hill” oldukça güzel bir şarkı. Bunun dışında “Loss” ve albümün adını taşıyan “La Viva Vida” şarkılarını da dinledim. Bundan önceki albümüne göre daha iyimser mesajlar taşıyan bir albüm bu. Ancak Coldplay yaptığı açıklamada bir plak şirketine bağlı kalmaktan hiç memnun olmadığını belirtiyor. Albümü için ilk konseri 23 Haziranda New York Madison Square Garden’da verecek olan grubun bu konseri tamamen ücretsiz olucak. Ayrıca Londra ve Barselonada da ücretsiz konser verecekler. Aynı zamanda müzik dünyasında Radiohead’in önderlik ettiği bu yolda onlarda müzikseverlere bedava MP3 indirme olanağı sağladılar; ancak grubun solisti Chris Martin iç çekerek röportajın sonunda şunu söylemiş : “Sanırım biz ebediyen bir plak şirketiyle kontrat altında olacağız. Ölüm döşeğindeyken bile biri bana gelip “bize hala 3 albüm borçlusun diyecek”.” Ne diyelim, umarım bir gün Coldplay de özgürlüğüne kavuşur.

İlk single “Violet Hill” ‘in videosunu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

http://uk.youtube.com/watch?v=53iSujLyjv8

Warp Light District ve işin arka yüzü...


Nedir bu WLD? Benimle ne alakası var? Hikaye şöyle başlıyor... Bir süre önce şans eseri Amsterdamda 2 kişiyle tanıştım : Fransız – Gregory- ile Hollandalı- Marieke-. Greg birkaç yıldır Amsterdamda yaşıyor, Djlik yapıyor ve kendi CD’sini çıkarmış. Marieke de üniversite okuyor aynı zamanda part-time çalışıyor. İkisi birlikte bir etkinlik yapmaya karar vermişler ve geçtiğimiz şubat ayında 300 kişilik bir parti yapmışlar Amsterdamda. Tamamen profesyonel yardım almadan, kendi bütçeleriyle yaptıkları bu partiyi de doldurmayı başarmışlar.

Gregory ve Marieke’nin amacı çeşitli Djler ve görsel sanatlardan oluşan bu parti konseptini devam ettirmek ve ileride bunu asıl işleri olarak yapmak. Bana bu partiyi açıklarlarken ikinci partinin de Haziran ayında olacağını söylediler. Küçük bir ayrıntı ise Haziran ayında Rotterdamda yapılacak bu partinin bu sefer 600 kişilik bir parti olacak olması ve bu yüzden çok daha fazla çaba gerektirecek olması. Bazı şeylere yetişemediklerini ve özellikle promosyon için yardıma ihtiyaçları olduklarını belirttiler.Açıkcası bende Gregory ve Marieke’nin bu çabasından etkilendim ve onlara yardım etmek istedim.Ve böylece WLD projesinin bir parçası olmuş bulundum. Nisan ayından beri çeşitli yollardan bu partinin promosyonunu yapıyorum ve amacımız bu partinin sürekliliğini sağlamak. Belli mi olur, belki bir gün onların Türkiyeye gelmesine bile yardım ederim.

Merak edeniniz olursa official sayfasına ve Myspace sayfasına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

http://www.warplightdistrict.com/
http://www.myspace.com/warplightdistrict


Thursday, May 15, 2008

Supernatural Superserious

Bir süredir dinlemekten vazgeçemediğim şarkılardan biri de R.E.M'in son albümü Accelerate'deki "Supernatural Superserious" adlı şarkısı. Ben videodan geç haberdar oldum maalesef. Dinlemediyseniz aşağıdaki linkten videoyu da izleyebilirsiniz. Şiddetle tavsiye ediyorum :)

http://www.youtube.com/watch?v=IZqHaPrWp8E&feature=user
http://www.supernaturalsuperserious.com/


Bu arada bugün Masstival'in gerçekleşeceği de kesinlik kazandı. Geçen sene AVEA'nın sponsor olduğu bu festivale bu sene Yapı Kredi sponsor oluyormuş. Radar Live'ın eksikliğinde Yapı Kredi Masstival'e el atmış anlaşılan... :) Bana açıkladıkları line-uplarıyla (White Snake ve Def Leppard) Hollandada yapılacak olan Arrow Rock Festival'ini anımsatsa da gene de iptal olmamasına sevindim.

Unutmadan bugün şans eseri Efes Pilsen One love ile ilgili yeni bilgilerin yazıldığını gördüm. Oyunlar, dans gösterileri, karaoke ve daha bir çok aktivite olacak festivalde. Bende bavulumu açmadan festivale katılacağım :)) Herkesi orda görmeyi umuyorum!

Wednesday, May 14, 2008

Broken Social Scene


İstanbul konserlerinden çıkıp Amsterdam'a uğrayan bir başka grup da Broken Social Scene oldu. İstanbulda 2 gece üst üste Kanadalı grubu izleyenlerden duyduğum kadarıyla konserin güzel olacağını tahmin ediyordum; ama açıkcası bu kadar iyi bir performans beklemiyordum.

Dün gece Melkweg’in küçük salonunda BSS’i izlemek için erkenden yerimi aldım. Büyük salonda ise Busta Rhymes yer almaktaydı. Aslında Babylon ile karşılaştırınca Melkweg'in küçük salonu Babylon kapasitesinin neredeyse yarısında kalmakta. O yüzden konserin küçük salonda olmasına biraz şaşırdım açıkcası. Evet, küçük salon seyircilerle dolmuştu; ama yine de Broken Social Scene Amsterdamda çok daha fazla ilgi görür, bu yüzden daha büyük bir mekanda sahne alır diye düşünmüştüm.


BSS'den önce The Brunettes mini bir konser verdi bize. Gayet canlı, enstrümental olan bu Yeni Zelandalı gruba bayıldım. Ardından BSS sahneye çıktı. 2006’da Lowlands’den sonra grup tekrar Amsterdam’a geldiği için mutlu olduğunu belirtti. Bir de yeni albümlerinden bir şarkı çaldılar. Ben de şarkıyı videoya kaydetme şansı bile buldum aslında. Grubun performansına gerçekten hayran kaldım. Ara vermeden bize 2 saat 15 dakika boyunca bize müzik serüveni yaşattılar adeta.
Önümüzdeki haftalarda gideceğim Feist konserini ve Pinkpop festivalini de dört gözle beklemekteyim.

Thursday, May 8, 2008

Bol konserli gece


Dün akşam Paradiso’ya Türkiye’de çok bilinmeyen, daha küçük grupları dinlemeye gitmiştim aslında. Bunlar Dirty Projectors, Xiu Xiu ve Why gruplarıydı. 20.30 civarında Paradiso’nun küçük salonunda Dirty Projectors yerini aldı. Şarkılar aşağı yukarı aynı gittiği için Paradiso’nun diğer salonu, yani büyük salona geçtim. Orada inanılmaz bir kalabalık İngiliz Mark Ronson’ı beklemekteydi.

Nisan 2007’de çıkardığı “Stop me” adlı albümünden sonra yakaladığı çıkışın etkisini Amsterdamda görmemek imkansızdı. Salon dolup taşıyordu adeta. Lily Allen ile yaptığı şarkı “Oh my God” ve Amy Winehouse ile piyasaya sürdüğü “Valerie” şarkılarından sonra Mark Ronson’ı tanımamak olanaksızdı zaten. Konser süresince sanırım artık sanatçıların Hollandada sahneye çıkınca klasikleştirdiği “sahnede ot içme” davranışı da gözümüzden kaçmadı.

Bu arada Xiu Xiu ve özellikle Why’ı beğendiğimi belirtmeden geçemeyeceğim... Dirty Projectorsdan sonra bizi canlandırdılar gerçekten. İlginç bir gece oldu dün gece. 3 grubu izlemeye gitmişken Mark Ronson’dan da güzel parçalar dinleme fırsatı bulmuş olduk.

Saturday, May 3, 2008

Rock'n Coke'un hatası...

Bugün Hürriyet gazetesinde Tolga Akyıldız’ın yazdığı “Rock’n Coke’un hatası” adlı yazı hakkında birşeyler yazmak istedim.

Evet, Rock’n Coke 5 yıldır devam eden, ülkemize birçok ünlü ismin gelmesine yol açan ve YOUROPE’a üye olan tek festivalimizdi. Ve bu sene iptal olması hepimizi üzdü; ancak bence artık bunu uzatmanın manası yok.

Medyanın gereksiz yere festivalleri pompolaması ve özellikle bu yüzden Türk gençliğinin her sene daha büyük isimler beklemesi de bu duruma yol açtı. Her sene Rock’n Coke’un çıtasını yükselttiğini düşünmüyorum ve sanatçı bulamama gerçekten saçma bir neden gibi gelebilir kulağa...”Koskoca Coca-Cola’nın sponsor olduğu festivale nasıl grup bulunamaz milyon tane grup varken?” soruları sorulabilinir. Ancak bu sene Avrupada sadece line-up yüzünden iptal edilmiş festival Rock’n Coke değil. Bunun dışında Glastonbury festivali de aynı sorunla karşı karşıya. Dünyada müzik festivallerine olan artan ilgiden dolayı line-up ayarlamak gittikçe zorlaşıyor. Bir de bilet satışlarının düşmesi de cabası.

Ayrıca Hürriyetteki bu yazıda belirtildiği gibi dünyanın farklı yerlerinden adı sanı duyulmamış grupları getiremez miydi organizatör firma? Tabiiki getirebilirdi; ama bu Türkiyede ne kadar ilgi çekerdi? Türk gençliğinin gençliğinin bir festival kültürü bile yokken bu ne kadar başarılı bir girişim olurdu sizce? Sonuçta bir yerde Coca-Cola'da bu festivali imajını korumak/iyileştirmek için yapsa da kar etmek amacı da gütmektedir. Line-up'da tanıdık isimler olmayınca maalesef birçok Türk genci festivallere ilgi göstermiyor. Yeni grupları dinlemeye bile yeltenmiyorlar çoğu zaman.

Keşke bu sene böyle olmasaydı; ama bence artık organizatör firmayı suçlamak bizi bir yere götürmez. Eminim yakında çok güzel projelerle tekrar müzikseverleri sanatçılarla buluşturacaklardır.

Unutmadan Efes Pilsen One Love festivaline headliner olarak Hot Chip,The Long Blondes,Miss Platnum gibi isimlerde katılacak. Bence küçümsenecek isimler değil bunlar.


Monday, April 21, 2008

Efes Pilsen One Love 7

6 yıldır devam eden Efes Pilsen One Love festivali bu sene 21-22 Haziran tarihlerinde “yazın ilk festivali” olarak 7. kez yerini alacak. Geçen sene özellikle çok güçlü line-up’ları olan festivallerin pazarda atakta bulunması yüzünden One Love beklediği ilgiyi görememişti maalesef.

Ben de geçen sene One Love zamanında Efes Pilsen’de çalıştığım için festivalin arka yüzünü görme fırsatı bulmuştum.Festivalin geçen sene beklediği ilgiyi görememesi üzerine bu sene tez’imi One Love üzerine yazmaya karar verdim. Özellikle 18-25 yaş grubunun müzik festivalleri hakkındaki düşünceleri,beklentileri ve bu yaş grubunun tüketim alışkanlıkları üzerine odaklansamda, Türkiyedeki festival pazarı hakkında da baya birşey öğrendim aslında.

Tez’imi yazarken 18-25 yaş grubundan 100 kişi üzerinde bir araştırma yaptım. Araştırmadaki sorulardan biri de kişilerin festivallere gelirken en çok önem verdiği etkenlerin ne olduğuydu.Bunlar sırayla:

1)Sanatçılar (%33)
2)Arkadaşlar (%19)
3)Bilet fiyatları (%17)
4)Ulaşım (%15)
5)Mekan (%6)
6)Festival alanındaki aktiviteler (%5)
7)Konaklama (%4)
8)Diğer (%1)


Şüphesiz müzik festivallerine katılımın en önemli faktörü line-up; ama bu sene Efes Pilsen güzel bir tercih yaparak ilk gününü daha 18-25 yaş odaklı, 2. gününü ise daha üst yaş grubu olan 25-35 yaş için planlamış. Bence farklı yaş gruplarında olan ve farklı zevkleri olan müzikseverlere hitap etmek için çok doğru bir yol! Ayrıca unutmadan bu sene Park Orman yerine festival Santral İstanbulda yer alacak. Alan olarak çok daha rahat ve yeşillikli olduğu için bence çok daha güzel olacak festival. Bir de ulaşım sorununu da çözdükleri için katılımın bu sene geçen seneye göre çok daha iyi olacağını umuyorum.

Sunday, April 20, 2008

Ian Brown


The Stone Roses grubunun kurucularından ve Rock müziğin önemli isimlerinden biri olan Ian Brown, ülkemize 2005 yılında Efes Pilsen One Love festivali kapsamında gelmişti. Ben o zamanlar yurtdışında olduğum için festivali kaçırmıştım maalesef. Bu yüzden aylar önce Ian Brown’un Amsterdam’a geleceğini öğrendiğimde fazlasıyla sevinmiştim.

18 Nisan Cuma akşamı, Amsterdamın en ünlü konser mekanlarından biri olan Paradiso’ya gittim Mr.Monkey’i izlemek için. Kiliseden bozma bu müthiş mekan Ian Brown hayranlarıyla dolup taşıyordu adeta. Etrafta bir çok da İngiliz vardı. Malum Ian Brown Manchester’da doğduğu için birçok İngiliz “Manchester” diye bağırıp duruyordu etrafta. Ben de konserin başlamasına kısa bir süre kala Paradiso’nun balkon kısmında yerimi aldım ve Ian Brown’u beklemeye başladım.

Saat 21.00 sularında Ian Brown ve ekibi sahneye çıktı ve son albümü “The World is Yours” ‘dan “Goodbye to the Broken” adlı şarkısıyla konsere başladı. Ardından Lovebug, Be There, Time is my Everything, Keep What ya Got, F.E.A.R, Love like a fountain, Golden Gaze, Whispers adlı şarkılarıyla devam ederken bir ara ön sıradan bir seyirci kendini sahneye attı ve Ian Brown’un önünde eğilip ona taptığını belirtti adeta. Açıkcası Hollandada bu kadar çok Ian Brown hayranı olduğunu bilmiyordum.

Unutmadan konserde yaşanan komik bir olayı yazmadan geçemeyeceğim.Ian Brown şarkı aralarında çok konuşmadı;ama az ve öz konuştuğu bir kaç cümlesinden biri şuydu : “I’m high but this stage is also high”. Belliydi ki Amsterdamda olmanın rahatlığını yaşıyordu herkes konser salonunda. Etrafta tüten ot kokusu da heryeri sarmıştı zaten. :)

Konser 1 saat 15 dakika sonra şarkıcının son albümünün adını taşıyan “The World is Yours” adlı şarkısıyla sona erdi.Ian Brown, 45 yaşında olmasına rağmen oldukça keyifli ve eğlenceli bir konser sergiledi hepimize. Bende onu canlı izleme fırsatı bulduğum için oldukça mutluyum.

Festival Kuraklığı



Bu yaz`a girmeden hayalkırıklığı yaşıyorum...Neden mi? Önce 5 yıldır bir kere bile katılma şansı elde edemediğim ve bu sene içinde olacağım diye büyük umutlarla beklediğim Rock’n coke`un iptali..Ardından da teselli olduğunu düsündüğüm, geçen sene deniz,güneş ve süper line-uplarla bizi coşturan Radar Live`ın iptalini öğrenmem.


Geçen sene etkinlik patlaması yaşıyorduk adeta, ard arda bir çok ünlü ismi festivallerde konuk etmiştik. Özellikle bu konu hakkında bir tez yazmaya başlayınca, “festival ekonomosi” diye birşeyin varlığını fark ettim. Geçen seneki etkinliklerdeki artış %172 olmasına rağmen bilet satışlarına yansıyan pay sadece %5’lerde kalmıştı...Hepimiz etkinlik bombardımanından memnun olsak bile 10 kişiden 3’ünün konserlere davetiyeyle girdiğini kaçınız biliyordunuz? Bu veriler pazarın büyümesini gösterirken aslında diğer yandan da pazarın tahmin edildiği kadar paylaşılacak büyüklükte olmadığinı gösteriyordu.Organizatör savaşları 2008`de de devam edecekti.

Bu sene organizatörler geçen seneki patlamanın devam etmesini bekliyordu; ancak sanatçı bulamama ve yetersiz kaynaklar bu yaz Türkiyedeki en büyük 2 festivalin iptal edilmesine neden oldu. Geriye kalan Masstival ve Efes Pilsen One Love festivallerine büyük bir seyirci potansiyeli kaldığı kesin. Ancak bizim istediğimiz ne festival yağmurları ne de festival kuraklığı..Türkiyede düzenli bir festival pazarı oluşması!

Festival yağmurlarının ardından gelen bu festival kuraklığı tüm müzikseverleri üzdü....Ümitlerimiz 2009’un bizi tekrar festivallerimize kavuşturması.