Harikalar diyarı Lowlands’e hoşgeldiniz! Yine büyüklü küçüklü sahneleri, renkli dekorasyonları ve farklı etkinlikleriyle birkez daha Biddinghuizen’da Lowlands festivalindeyim. Festivalin line-up’ında bu yaz İstanbul’da ağırladığımız The Prodigy, Kaiser Chiefs, Razorlight, Klaxons gibi isimler de var. Biz bu bilindik isimlere bakmak yerine yeni ve farklı isimlere göz atalım diyoruz ve yola koyuluyoruz.
LOWLANDS – DAY 1
Bu sene de tarihlerin denk gelmesiyle kendimi Lowlands’de buldum. İlk gün anlaşılmayacak bir hızla geçti. Havalimanından festival alanına arabayla gitmenin aslında bir intahar girişimi olduğunu ancak yolda anlayabildik.Küçücük hollanda’da yarım saatte gidilecek yolu 1,5 saatte gitmemizin ardından maalesef Lilly Allen’ı da kaçırdım. Aldığım duyumlara göre Lilly Allen çok iyiymiş ve “Womanizer” şarkısını full söyleyerek tüm izleyenleri çıldırtmış. Bunu duyunca “kahretsin ben de orda olmalıydım”! diye haykırdım.
Faith No More’u izlemek için yola koyulmuşken festival alanında geçen seneye göre bazı değişiklikler gözümüze çarptı. Daha fazla çadır vardı, aydınlatma çok daha iyiydi ve alanda sushi bile vardı!
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da konser veren Faith No More’u izlemek için sahne önüne sıvıştık, meğer Hollandalılar Faith No More’u çok da sevmezmiş. Kırmızı takım elbiselerle sahneye çıkan topluluğun solisti bir ara dinleyicilerin yanına inip şaklabanlık yapmış olsa da yarım saat sonra oradan kaçıverdik. Daha ilk günden çöp festivale dönüşen Lowlands’de rotayı Kasabian’a çevirdik. “Girl Band” olarak nitelendirilen Kasabian’ı izleyen kızdan çok erkek vardı... Yol yorgunluğu olsa gerek, pilimin hızlı bitmesiyle geceyi Grizzly Bear ile kapatmaya karar verdim. India sahnesinde pek de kalabalık değildi, Grizzly Bear ise fazlasıyla slow tune’larıyla seyirciyi baymayı başardı, haliyle ben de hayalkırıklığına uğradım.
Gecenin sonunda Amsterdam’a dönebilmek için son treni yakalamak uğruna bavulumla speedy gonzalez havama bürünüyorum... Festival Amsterdam’a o kadar da yakın değilmiş!
DAY 2
2 saat kadar süren tramvay-tren-otobüs yolculuğundan sonra hızlı adımlarla India sahnesine Patrick Wolf’u izlemek için gidiyorum. Sadece son 2 parçasını yakalamama rağmen bu ilginç çocuğun enerjisi müthiş! Uzaylı kıyafeti ve saçlarıyla klavye başında “Like a Virgin”’i çalıp ordan “Magic Position”’a dönüp tüm seyircinin alkışını toplamayı başardı.
Bravo sahnesinde Moderat’a baktığımız zaman insanların bu ikili sayesinde kendilerinden geçtiğini fark ettik, biz de performansın hakkını verdik ve kafayı bulduk. Ardından en küçük sahnelerden biri olan Lima’da Balkan müzikleriyle film müziklerinde de yer alan topluluk Devotchaka’ya göz attık. Küçücük sahne’de grubu izlemek isteyenler dolup taşıyordu. 4 parça sonra biraz bayıp burdan X-ray’deki Lady Sovereign’e bakalım dedik. Bu arada DJ performansları çıkmadan önce Lowlands ekibinin seçtiği dj’ler çalıyor; ancak o kadar kötü çalıyolar ki etraf siren seslerinden geçilmiyor ve biz kaçışıyoruz. Hollandalıların kafaları da mütematiyen güzel olduğu için kimse ne yaptığını ne ettiğini bilmiyor zaten, herkes bizimle Hollandaca konuşuyor. Bu noktada Hollandaca bilmenin faydasını bol bol gördüm J
Lady Sovereign dans müzikten tekno’ya hızlı bir geçiş yapınca biz oradan toz oluyoruz. Aynı şekilde dj setinin başında ilk başlarda problem yaşayan Vitalic’de ağır bir set çalıyor. Biraz daha sakin müzikler dinlemeye karar verip Alpha sahnesindeki Kyteman’s Hip Hop Orkest’i izleyelim diyoruz. Bu kalabalık grupta yok yok! Rap’çisi, Hip hop’çusu derken aradan trompet sesleri çıkıveriyor...Tam Efes Pilsen One Love için uygun bir grup diyoruz! İstek üzerine Charlie sahnesindeki Jack Penate’e gidiyoruz. Çok uzun bir soundcheck seasından sonra grup sahneye teşrif ediyor ve Kasabian havası veriyor. Yine de parlamaları için zamanları olduğunu düşünüyorum. Son durak Basement Jaxx. Biz Grolsch sahnesine yol aldığımızda önümüzdeki sonsuz kuyruğu görüyoruz. İnsanlar çadırın dışına taşmış, Led ekranın önü dolu, gidecek bir yer yok, zar zor birşeyler duyup görebiliyoruz; ama Basement Jaxx insanları çoktan delirtmeyi başarmış!
DAY 3
Festivalin son günü. Aslında benim için en değerli gün olarak da değerlendirilebilinir çünkü çok görmek istediğim Little Boots, Arctic Monkeys, Florence and the Machine gibi isimler var.
İlk izlediğim isim Amerikalı topluluk Vampire Weekend. Açıkcası şarkıları biraz bayıyor;ancak yeni albümde yer alacak parçaları hiç de fena değil. Hemen ardından Alpha sahnesinde Snoop Dog yer alıyor...Kalabalık yine çadırın dışına taşmış, dağ olmuş vaziyette. “Yooo Snoooooopp Dog” diye çıkıyorlar sahneye. 2-3 bol küfürlü rap şarkısı dinleyip oradan uzaklaşıyorum. Festivalde Live XS’in yaptığı standda bazı gruplar Cd imzalıyor, yakıcı sıcağa rağmen ben de Florence’ın imzasını almak için kuyruğa giriyorum. Herkesin elinde su tabancası, şakalaşmalardan ben de nasibimi alıyorum. Florence Welsch dünya tatlısı bir kız, çok mütevazi. Cd’mi imzalattıktan sonra ofis arkadaşım Sarp’la keşfimiz olan Little Boots’u izlemek için India sahnesine yöneliyorum. Önceki şovlarında aslında senkronizasyon problemi yaşadıklarını gördüğümüz grup kendilerini geliştirmiş, kusursuzca dans etmemizi sağlıyor ve çadırı dolduruyor. Konserin bitmesiyle eş zamanlı olarak karşı çadırda The Whitest Boy Alive çalmaya başlıyor. Çadır tıklım tıkış, grup yeni albümündeki elektro ağırlıklı parçaları çalıyor ve hepimiz mest alıyoruz. Festivalin en çok merak ettiğim ismi olan Florence and The machine ise alana çok uzakta kaldığı için erkenden uzaklaşıyorum. Yer tutayım diye gittiğim Charlie sahnesi çoktan dolmaya başlamış bile...Sahne dikkat çekici, çiçekler, kuşlar, kısacası albümdeki aynı tema sahneye de yansıtılmış. Performans başladığında hepimiz büyüleniyoruz, Florence’ın sesi Feist kadar pürüssüz, sahne performansı da bir o kadar mükemmel. Rabbit Heart parçasını dinlerken adeta gözümden yaş geliyor. Florence and The machine ile hemen hemen aynı zamanda çalan Metric’i kaçırmama rağmen hiç üzülmedim.
Duygusallığı bir kenara bırakıp Bloc Party’e gidiyorum arkadaşlarımla. Grup pek de havasında değil gibi gözüküyor...Ardından festivalin en büyük isimlerinden biri olan Grace Jones’u izlemek için Grolsch sahnesine gidiyoruz. Kalabalık inanılmaz ve tahmin edebileceğiniz üzere etrafta pek çok gay çift var. Sahne’de perde var ve belli ki arka tarafta baya yoğun çalışmalar yapılıyor. Bekliyoruz, bekliyoruz, biraz daha bekliyoruz. Yuhalanmalar arasında Grace Jones 20 dakika (!) geç de olsa muhteşem bir açılış yapıyor. Kafasında ilginç bir şapka, mini bir şortla sahnenin üst kısmında bir yerde karşımıza çıkıyor o gür sesiyle. Parçalar arasında da hep kostüm değiştiriyor. Lazer şovlar arasında yaptığı olağanüstü şovla 64 yaşında olduğuna inanmak mümkün değil.
Gecenin sonuna geliyoruz... Şehire dönmek için geç kalmamam gerekiyor, Arctic Monkeys’i bu durumda feda etmek zorunda kalıyorum. Çöp yığınları arasında otobüs, tren, tramvay şeklinde Amsterdam’a geri dönüyorum. Festivalin tadı yine damağımızda kaldı.
Festival’den notlar:
- Her sene sold out olmayı başaran Lowlands bu sene de kriz’den sıyrılarak tüm biletleri satmış. Buna rağmen geçen sene festivalin etrafında yer bulunmaya otellerde hala yer vardı.
- Yiyecek-içecek fiyatları Türkiye’deki festivallerle hemen hemen aynı seviyede, hatta daha bile ucuzdu.
- Daha ilk günden alanda oluşan pislikten 3. günkü kokuyu ve çöplüğü siz hayal edin!
- 15 derecede ben donarken, şort-tshirt kombinasyonuyla etrafta gezinen Hollandalılara gıpta ettim.
- İlk defa bir Hollanda festivalinde yağmur yağmadığını gördüm. Küresel ısınmadan olsa gerek.
- La Roux’u festivalin ilk gününe, hem de gündüz 2.30 slot’una koyan organizatörleri kınadım!
- Geçen sene etkinlikler arasında bulunan tetris oyunu yine bu senenin gözde etkinliklerindendi.
- Her ne kadar kalbiniz kırık olursa olsun festivaller her zaman kafa dağıtmak için birebirdir. Tabii ki etrafta öpüşüp koklaşan çiftleri göz ardı etmeniz gerektiğini yine de unutmamak gerek!
No comments:
Post a Comment