Saturday, December 5, 2009

Best of 2009

Best of listeleri yine her yerden yağmaya başladı. Reset için yılın en iyilerine karar verdiğimiz bu günlerde ben de kendi listemi yayınlayım dedim. Listeyi çok uzun tutmadan benim en iyilerim burada.

1) Florence and the machine - Lungs

2) The XX - The XX

3) Röyksopp - Junior

4 ) The Big Pink - A Brief History of Love

5) Wild Beasts - Two Dancers

6) Kings of Convenience - Declaration of Dependence

7) White Lies - To Lose My Life

8) Yeah Yeah Yeahs - Blitz

9) Empire of the sun - Walking on a dream

10) Beirut - March of the Zapotec and Realpeople

11) Metric - Fantasies

12) Anthony and the Johnsons - The Crying Light

13) Mumford & Sons - Sigh No More

14) You Say Party! We Say Die! - XXXX

15) The Pains of being pure at heart -The pains of being pure at heart

16) Phoenix - Wolfang Amadeus

17) Grizzly Bear - Veckatimest

18) Piano Magic - Ovations

19) Passion Pit - Manners

20) Noisettes - Wild Young Hearts

21) Atlas Sound - Logos

22) Glasvegas - Glasvegas

23) Lily Allen - It’s not you, It’s me

24) The Horrors - Primary Colors

25) Heartless Bastards - The Mountain



Sunday, November 8, 2009

Excuses,excuses,excuses...

The trick is not how much pain you feel - but how much joy you feel. Any idiot can feel pain. Life is full of excuses to feel pain, excuses not to live, excuses, excuses, excuses.

Monday, November 2, 2009

Ignore everyone!

Bugün Amerika vizemi yenilemek için yıllar sonra tekrar gecekonduların arasındaki o kocaman kale vari konsolosluğa gittim. Güvenlik konusunda o kadar sıkılarki hiçbir elektronik malzemeyi içeri almıyorlar. Bu da demek ki en sevdiğim varlıklarımdan biri olan Iphone'u dışarıda bırakmamdı...

Sıra numarası alma vs derken 2. aşama olan parmak izi için 1,5 saat bekledim..O arada parmak izi alan Amerikalı kadın baygınlıktan adamın tekine "you have beautiful fingers" diye iltifatta bulundu.Aynı zamanlarda etrafta dolanan görmemiş THY hosteslerinin konuşmalarına tanık oldum maalesef. Gereksiz konuşmalarını duymak zorunda kaldığım anda kulaklıklarımı takıp müzik dinlemenin eksikliğini hissettim. Aslında sadece müzik dinlemek değil, insanları görmek, duymak istemiyordum...Kim bilir belki bazen insanları görmemezlikten gelmek en iyisi.

Monday, October 26, 2009

Sessizlik


Bir süredir sessizliğimi koruyorum. Bazen olur ya insana..kabuğa çekilip hiçbir şey yapmak istemezsin. Aynen öyle işte. Ne yazı yazmak istiyor canım, ne röportajların peşinden koşuyorum, ne de dondurma yemek gibi küçük zevklerin peşindeyim. Unutmuşum bu boşluk duygusunu...

İnsanlardan kendini korumak güzel birşeydi belki de. Şimdi böyle çaresiz bir bekleyiş içerisinde gibiyim. Aslında istediğim birşeyleri etiketlemek de değil. "Straight", "gay", "yanlız", "sevgilisi var" gibi etiketler altına bürünmek istemiyorum. Sevdiğim insanla sevdiğim şeyleri yapmak istiyorum sadece. Olur ya da olmaz,orası ayrı.

Ne olursa olsun yeniden yazı yazmaya başlamalıyım sanırım. İstesem de istemesem de hayat devam ediyor çünkü... Çok yakında güzel röportajlarla Reset sayfalarına geri dönmüş olacağım sanırım.

Friday, October 9, 2009

Ey İstanbul!

Dün uzun bir aradan sonra Kadıköy'e geçmek için vapur'a atladım. Oturdum dışarda yandaki koltuğa ve parıltılı İstanbul'u seyrettim. Işıltılı kocaman cruise gemileri, rengarenk Boğaz köprüsü, Boğazdan geçen sayısız gemi ve ay... İstanbul'un büyüleyici güzelliğini unutmuşum. Rutin hayatın boğuculuğunda kaybolup etrafımdaki güzellikleri göremez hale mi geldim acaba diye düşünmeden edemedim.

Thursday, October 8, 2009

Babylon 10 yaşında!



İlk Babylon'a gittiğim zamanı hatırlıyorum. Sanırım 2-3 yıl önceydi...Bir BabaZula konserinin ortasında şaşkınlıkla biramı yudumluyordum. O zamanda bu zamana Babylon bana müzik konusunda çok şey öğretti. Şimdi o aileyle birlikte olmak çok güzel.

10. yıl çerçevesinde Babylon hem kitabı hem de dergisiyle raflarda...

Siz de edinin.

Sunday, September 27, 2009

Me in You

I see you building the castle with one hand
while tearing down another with the other

Sunday, September 20, 2009

İnsan Neyle Yaşar?

11. İstanbul Bienalinin konusunu düşündüm bugün.

Ben için cevap çok basit: umut.

Herhangi birşey için olabilir bu.

Daha iyi bir iş, güzel bir tatil, sevdiğin birinin iyileşmesi, sevgilinle geçireceğin güzel anlar ya da tekrar bir araya gelme umudu... Daha güzel bir gün umudu.

Eğer umutsuzsanız ne yapabilirsiniz ki?

Friday, September 11, 2009

kiss me like you like me...

Sunday, September 6, 2009

I luv Florence Welch!

Lowlands'de izleme fırsatı bulduğum bu kız, Florence and the Machine grubuyla Mercury ödüllerine aday. Sesi süper, sahne performansı büyüleyici... Onu iyi takip edin!


Florence and the Machine - Rabbit Heart (Raise It Up) from sinner on Vimeo.

Rock En Seine


Geçen seneki Hollanda festivalleri çıkarmamdan sonra aslında bu sene Türkiye’de fazla kişinin de ilgi göstermediği bir Fransa festivali olan Rock En Seine’e gitmeye karar verdim. Peki neden Rock en Seine? Glastonbury, Bennicasim, Woodstock dururken Fransa’da festival mi olurmuş demeyin!


Aslında hikaye tamamen Oasis takıntımdan dolayı başladı. Ocak ayında Düsseldorf’a Oasis’i izlemeye gitmiştim;ancak Liam hastalandığı için konser ertelenmişti. O gün konserin ertelenmesinden sonra başıma gelen traji komik olaylar zinciri de işin cabasıydı. Böylece Oasis’i izlemenin yollarını aradım. Onların myspace’ine bakarken ilk defa Rock En Seine’in adını duydum ve websitelerine girdim. 2003 yılından beri düzenlenen bu festival Paris’in hemen dışında, Sen nehrinin hemen dibinde yer alıyordu ve bu seneye kadar festival P.J.Harvey, Pixies, Queens of the Stone Age, Arcade Fire, Franz Ferdinand, Foo Fighters, Robert Plant, Morrissey, Kasabian, Radiohead, R.E.M, Björk, Feist gibi birçok inanılmaz isme yer verdi. Zaten festivalin yer verdiği isimleri görünce bu festivali kaçırmamalı demiştim. Ayrıca geçen sene Amy Winehouse’u bile book eden; ancak tahmin edebildiğiniz üzere Amy’nin iptal ettiği konserler arasındaydı Rock En Seine.


Geçtiğimiz sene 3 gün süren festivalde yaklaşık 60.000 seyirci festivale katılmış. Rock en Seine bu sene ise Oasis, MGMT, Klaxons, Yeah Yeah Yeahs, Metric, Vampire Weekend, Faith No More, The Prodigy gibi büyük isimleri ağırlıyor. Ben ise festivale katılacağım için deli gibi heyecanlıydım.


Lowlands sonrası Paris’e geldikten 2 gün sonra festival başladı. Line-up’ı Lowlands’den çok da farklı olmadığı için sadece ilk günene katıldığım festival kesinlikle bundan önce katıldığım festivallerden farklıydı. Bu kez snob Fransızların yanında ingilizce konuşarak hayatta kalmaya çalışıyordum. Bir de tabii Oasis’in son konseri olan V festivalini yine Liam yüzünden iptal ettiğini duyunca ister istemez hafif bir gerginlik hissetmeye başladım. 2. bir iptal olursa herhalde Liam’ı linç ederim diye düşünmeye başlamıştım Paris yolunda...


Festival alanı St.Cloud adında bir parkta yapılıyor. Oraya gidebilmek için uzun bir metro yolculuğuna katlanmanız lazım. Bu arada metro’dayken festivalin ilginç reklamları gözüme çarpıyor. Burada Bloc Party, Oasis gibi festivale katılacak grupların şarkı sözlerini yazmışlar. Metro’dan indiğim zaman Sen nehrinin üzerinden bir köprüden geçip festival alanına giriş yapıyorum. Reset adına badge’imi alıyorum, hiç aranmadan backstage’in oradan içeri giriyorum. Festival alanını keşfediyorum; Converse, Heineken ve SFR alanı işgal etmiş durumda. Alandaki 3 sahneyi keşfediyorum. Alan yerdeki sararmış çim/ot ve ağaçlardan oluşuyor. Ana sahnedeki ilk act Just Jack...Şarkılarına aşina olduğum ama kendilerini pek tanımadığım bir grup. Yine de eğlenceli bir başlangıç oluyor benim için. Ardından diğer sahne de catchy pop şarkılarıyla bilinen Keane’e göz atmaya gidiyorum. İyi ses, iyi performansıyla çok da seveni olmasam da kendini dinletmeyi başarıyor. Bu arada 2. ve 3. sahneler alanda birbirlerine çok yakın olduğu için birinde konser bitmeden diğeri başlayamıyor..Başlarsa da 5 dakikalık bir gürültü cümbüşü oluyor. Keane’den sonra festivalin en çok merak ettiğim isimlerinden biri olan Yeah Yeah Yeahs için yerimi kapıyorum. Solist .... Juliette Lewis tarzı ilginç kıyafetleriyle karşımıza çıkıyor. ... ile konsere başlıyor ve sırasıyla yeni albümünden tüm şarkıları söyleyerek eskilere doğru geçiş yapıyor. Çok eğlenceliler! Yeah yeah yeahs konserinin bitimiyle karşı sahnede Passion Pit başlıyor. Önceden çok ilgimi çekmeyen gruba yine tavsiye üzerine gideyim diyorum, yanlız solistin sesi Justin Timberlake kadar ince...Birkaç parçadan sonra pes ediyorum ve ana sahneye Vampire Weekend için yaklaşıyorum. Aslında onları geçen hafta Lowlands’de izledim; ama belki burada daha iyi bir performans sergilerler diye bakıyım deyip kendimi çimlerin üzerine atıyorum. Konser boyunca seyircilerle Fransızca konuşan solist geçen haftaya göre havasında, Paris havası yaramış sanırım!


Ve Oasis...

Vampire Weekend sona erince hızla sahne önüne doğru gidip yerimi kapayım diyorum. Nasıl olsa bir kez Oasis’i kaçırdım, bu sefer yakalamışken önlerden bir yerlerden izleyim bare. Kalabalık inanılmaz, 1 saat öncesinden binlerce kişi yerini almış 90’ların efsanevi grubunu bekliyor. O arada itiş kapış yaşanıyor, hatta ben bir Fransız çocukla tartışıyorum. Neyse yerimizi koruma çabası içindeyken Oasis’in saati gelip çatıyor..Heyecanla bekliyoruz. Saat 22:10. Sahneye biri çıkıyor ve Fransızca birşeyler diyor, herkes arasında konuşmaya başlıyor. Ardından ingilizce Noel ve Liam’ın sahne arkasında soyunma odasında büyük bir kavga ettiğini ve bu yüzden bu konser dahil olmak üzere tüm Avrupa turnesini iptal ettiğini söylüyor. Kulaklarıma inanmıyorum! 2. defa başıma böyle birşey geliyor.Onbinlerce kişi Oasis’in çıkmamasının şaşkınlığı içerisinde, yuhalamaya, bağırınmaya başlıyor. LED ekranlarda “Oasis gig is cancelled due to alternacation” yazıyor. Hala inanamıyorum. O arada sahne üzerinde insanlar koşuşturuyor, ben de dahil olmak üzere seyirciler belki son bir umutla Oasis sahneye çıkar sanıyor; ancak Oasis yerine farklı bir grup sahneye çıkıyor.


Bu da bana bir ders oluyor. Artık şanssızlık mı dersiniz ne dersiniz bilemem; ama Oasis’i dünya gözüyle görmek bana kısmet olmayacak sanırım. Sinirli bir şekilde festival alanından çıkarken yine backstage’den dolanıyorum, o arada Oasis’in bordo rengindeki otobüsünün hareket ettiğini görüyorum.. Ve içerdeler! Otobüsün camından onları görüyorum... Eş zamanlı olarak festivcal alanından ayrılıyoruz. Otele döndüğüm zaman internette Noel’in yaptığı official açıklamaları okuyorum. Noel bir gün daha Liam’a katlanamayacağını ve Oasis’ten ayrıldığını belirtiyor. Twitter’da ise festival’de çalan Amy Macdonald şunları yazmış: “Aman tanrım, Liam sahne arkasında Noel’in gitarını kırdı!”.


Kardeşlerin arasındaki anlaşmazlığın bu boyutlara varması beni çok üzdü; ama sanırım bu kadar yol kat ettikten sonra ikinci kez onları izleyememek en çok içime oturan şey oldu. Yine de olayların boyutları bu kadar ciddiyse sanırım kardeşlerin ayrılmaları herkes için en doğru karar gibi gözüküyor. Oasis’in kendi içindeki problemler hem organizatörleri zor durumda bıraktı, hem de seyircilere büyük bir hayalkırıklığı yaşattı.

Umarım bir dahaki sefere onları görebilirim, tabii o zaman hala Oasis olursa...


Friday, September 4, 2009

Lowlands


Harikalar diyarı Lowlands’e hoşgeldiniz! Yine büyüklü küçüklü sahneleri, renkli dekorasyonları ve farklı etkinlikleriyle birkez daha Biddinghuizen’da Lowlands festivalindeyim. Festivalin line-up’ında bu yaz İstanbul’da ağırladığımız The Prodigy, Kaiser Chiefs, Razorlight, Klaxons gibi isimler de var. Biz bu bilindik isimlere bakmak yerine yeni ve farklı isimlere göz atalım diyoruz ve yola koyuluyoruz.

LOWLANDS – DAY 1


Bu sene de tarihlerin denk gelmesiyle kendimi Lowlands’de buldum. İlk gün anlaşılmayacak bir hızla geçti. Havalimanından festival alanına arabayla gitmenin aslında bir intahar girişimi olduğunu ancak yolda anlayabildik.Küçücük hollanda’da yarım saatte gidilecek yolu 1,5 saatte gitmemizin ardından maalesef Lilly Allen’ı da kaçırdım. Aldığım duyumlara göre Lilly Allen çok iyiymiş ve “Womanizer” şarkısını full söyleyerek tüm izleyenleri çıldırtmış. Bunu duyunca “kahretsin ben de orda olmalıydım”! diye haykırdım.

Faith No More’u izlemek için yola koyulmuşken festival alanında geçen seneye göre bazı değişiklikler gözümüze çarptı. Daha fazla çadır vardı, aydınlatma çok daha iyiydi ve alanda sushi bile vardı!

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da konser veren Faith No More’u izlemek için sahne önüne sıvıştık, meğer Hollandalılar Faith No More’u çok da sevmezmiş. Kırmızı takım elbiselerle sahneye çıkan topluluğun solisti bir ara dinleyicilerin yanına inip şaklabanlık yapmış olsa da yarım saat sonra oradan kaçıverdik. Daha ilk günden çöp festivale dönüşen Lowlands’de rotayı Kasabian’a çevirdik. “Girl Band” olarak nitelendirilen Kasabian’ı izleyen kızdan çok erkek vardı... Yol yorgunluğu olsa gerek, pilimin hızlı bitmesiyle geceyi Grizzly Bear ile kapatmaya karar verdim. India sahnesinde pek de kalabalık değildi, Grizzly Bear ise fazlasıyla slow tune’larıyla seyirciyi baymayı başardı, haliyle ben de hayalkırıklığına uğradım.

Gecenin sonunda Amsterdam’a dönebilmek için son treni yakalamak uğruna bavulumla speedy gonzalez havama bürünüyorum... Festival Amsterdam’a o kadar da yakın değilmiş!


DAY 2


2 saat kadar süren tramvay-tren-otobüs yolculuğundan sonra hızlı adımlarla India sahnesine Patrick Wolf’u izlemek için gidiyorum. Sadece son 2 parçasını yakalamama rağmen bu ilginç çocuğun enerjisi müthiş! Uzaylı kıyafeti ve saçlarıyla klavye başında “Like a Virgin”’i çalıp ordan “Magic Position”’a dönüp tüm seyircinin alkışını toplamayı başardı.

Bravo sahnesinde Moderat’a baktığımız zaman insanların bu ikili sayesinde kendilerinden geçtiğini fark ettik, biz de performansın hakkını verdik ve kafayı bulduk. Ardından en küçük sahnelerden biri olan Lima’da Balkan müzikleriyle film müziklerinde de yer alan topluluk Devotchaka’ya göz attık. Küçücük sahne’de grubu izlemek isteyenler dolup taşıyordu. 4 parça sonra biraz bayıp burdan X-ray’deki Lady Sovereign’e bakalım dedik. Bu arada DJ performansları çıkmadan önce Lowlands ekibinin seçtiği dj’ler çalıyor; ancak o kadar kötü çalıyolar ki etraf siren seslerinden geçilmiyor ve biz kaçışıyoruz. Hollandalıların kafaları da mütematiyen güzel olduğu için kimse ne yaptığını ne ettiğini bilmiyor zaten, herkes bizimle Hollandaca konuşuyor. Bu noktada Hollandaca bilmenin faydasını bol bol gördüm J

Lady Sovereign dans müzikten tekno’ya hızlı bir geçiş yapınca biz oradan toz oluyoruz. Aynı şekilde dj setinin başında ilk başlarda problem yaşayan Vitalic’de ağır bir set çalıyor. Biraz daha sakin müzikler dinlemeye karar verip Alpha sahnesindeki Kyteman’s Hip Hop Orkest’i izleyelim diyoruz. Bu kalabalık grupta yok yok! Rap’çisi, Hip hop’çusu derken aradan trompet sesleri çıkıveriyor...Tam Efes Pilsen One Love için uygun bir grup diyoruz! İstek üzerine Charlie sahnesindeki Jack Penate’e gidiyoruz. Çok uzun bir soundcheck seasından sonra grup sahneye teşrif ediyor ve Kasabian havası veriyor. Yine de parlamaları için zamanları olduğunu düşünüyorum. Son durak Basement Jaxx. Biz Grolsch sahnesine yol aldığımızda önümüzdeki sonsuz kuyruğu görüyoruz. İnsanlar çadırın dışına taşmış, Led ekranın önü dolu, gidecek bir yer yok, zar zor birşeyler duyup görebiliyoruz; ama Basement Jaxx insanları çoktan delirtmeyi başarmış!


DAY 3


Festivalin son günü. Aslında benim için en değerli gün olarak da değerlendirilebilinir çünkü çok görmek istediğim Little Boots, Arctic Monkeys, Florence and the Machine gibi isimler var.

İlk izlediğim isim Amerikalı topluluk Vampire Weekend. Açıkcası şarkıları biraz bayıyor;ancak yeni albümde yer alacak parçaları hiç de fena değil. Hemen ardından Alpha sahnesinde Snoop Dog yer alıyor...Kalabalık yine çadırın dışına taşmış, dağ olmuş vaziyette. “Yooo Snoooooopp Dog” diye çıkıyorlar sahneye. 2-3 bol küfürlü rap şarkısı dinleyip oradan uzaklaşıyorum. Festivalde Live XS’in yaptığı standda bazı gruplar Cd imzalıyor, yakıcı sıcağa rağmen ben de Florence’ın imzasını almak için kuyruğa giriyorum. Herkesin elinde su tabancası, şakalaşmalardan ben de nasibimi alıyorum. Florence Welsch dünya tatlısı bir kız, çok mütevazi. Cd’mi imzalattıktan sonra ofis arkadaşım Sarp’la keşfimiz olan Little Boots’u izlemek için India sahnesine yöneliyorum. Önceki şovlarında aslında senkronizasyon problemi yaşadıklarını gördüğümüz grup kendilerini geliştirmiş, kusursuzca dans etmemizi sağlıyor ve çadırı dolduruyor. Konserin bitmesiyle eş zamanlı olarak karşı çadırda The Whitest Boy Alive çalmaya başlıyor. Çadır tıklım tıkış, grup yeni albümündeki elektro ağırlıklı parçaları çalıyor ve hepimiz mest alıyoruz. Festivalin en çok merak ettiğim ismi olan Florence and The machine ise alana çok uzakta kaldığı için erkenden uzaklaşıyorum. Yer tutayım diye gittiğim Charlie sahnesi çoktan dolmaya başlamış bile...Sahne dikkat çekici, çiçekler, kuşlar, kısacası albümdeki aynı tema sahneye de yansıtılmış. Performans başladığında hepimiz büyüleniyoruz, Florence’ın sesi Feist kadar pürüssüz, sahne performansı da bir o kadar mükemmel. Rabbit Heart parçasını dinlerken adeta gözümden yaş geliyor. Florence and The machine ile hemen hemen aynı zamanda çalan Metric’i kaçırmama rağmen hiç üzülmedim.

Duygusallığı bir kenara bırakıp Bloc Party’e gidiyorum arkadaşlarımla. Grup pek de havasında değil gibi gözüküyor...Ardından festivalin en büyük isimlerinden biri olan Grace Jones’u izlemek için Grolsch sahnesine gidiyoruz. Kalabalık inanılmaz ve tahmin edebileceğiniz üzere etrafta pek çok gay çift var. Sahne’de perde var ve belli ki arka tarafta baya yoğun çalışmalar yapılıyor. Bekliyoruz, bekliyoruz, biraz daha bekliyoruz. Yuhalanmalar arasında Grace Jones 20 dakika (!) geç de olsa muhteşem bir açılış yapıyor. Kafasında ilginç bir şapka, mini bir şortla sahnenin üst kısmında bir yerde karşımıza çıkıyor o gür sesiyle. Parçalar arasında da hep kostüm değiştiriyor. Lazer şovlar arasında yaptığı olağanüstü şovla 64 yaşında olduğuna inanmak mümkün değil.

Gecenin sonuna geliyoruz... Şehire dönmek için geç kalmamam gerekiyor, Arctic Monkeys’i bu durumda feda etmek zorunda kalıyorum. Çöp yığınları arasında otobüs, tren, tramvay şeklinde Amsterdam’a geri dönüyorum. Festivalin tadı yine damağımızda kaldı.


Festival’den notlar:


- Her sene sold out olmayı başaran Lowlands bu sene de kriz’den sıyrılarak tüm biletleri satmış. Buna rağmen geçen sene festivalin etrafında yer bulunmaya otellerde hala yer vardı.

- Yiyecek-içecek fiyatları Türkiye’deki festivallerle hemen hemen aynı seviyede, hatta daha bile ucuzdu.

- Daha ilk günden alanda oluşan pislikten 3. günkü kokuyu ve çöplüğü siz hayal edin!

- 15 derecede ben donarken, şort-tshirt kombinasyonuyla etrafta gezinen Hollandalılara gıpta ettim.

- İlk defa bir Hollanda festivalinde yağmur yağmadığını gördüm. Küresel ısınmadan olsa gerek.

- La Roux’u festivalin ilk gününe, hem de gündüz 2.30 slot’una koyan organizatörleri kınadım!

- Geçen sene etkinlikler arasında bulunan tetris oyunu yine bu senenin gözde etkinliklerindendi.

- Her ne kadar kalbiniz kırık olursa olsun festivaller her zaman kafa dağıtmak için birebirdir. Tabii ki etrafta öpüşüp koklaşan çiftleri göz ardı etmeniz gerektiğini yine de unutmamak gerek!

Wednesday, August 19, 2009

Mektup / Vol 5.

sabahı bekledim saatlerce...ama ya sonra...
sen yoksun ya şimdi...
korktum! belki sabah olmaz diye...
olsa da sen yoksun diye...

Bu şarkıyı seviyorum...

She (Elvis Costello) from Fábio Chaves de Souza on Vimeo.

Sunday, June 28, 2009

R.I.P MJ

Aslında hiçbir zaman Michael Jackson hayranı olmadım, ya da bir şarkısını deli gibi dinlemedim. Sadece birkaç şarkısı itunes'umda duruyor, shuffle sırasında denk gelirsem dinliyordum. Londra'daki 02 Arena'da vereceği 50 konser'e dayanamayacağını arkadaşlarla konuşurken hep söylüyordum..."Adamın gücü yetmez, sahnede gider" diye... Şaka erkenden gerçek oldu, "Pop'un Kralı" müzikseverlere veda etti.

Bugün E! kanalında MJ'in hayatı gösteriliyordu...Zamanımı ayırıp baştan sona izledim programı. Aslında son yıllarında artan "çocuk tacizi" suçlamalarıyla uğramakla geçirse de yine de büyük bir isimdi. Çocukluğunu yaşayamadığı için Neverland'de çocukları mutlu etmeye çalıştığı yerde suçlamalara maruz kalması ne kadar doğru bilemiyoruz ama... Gerek büyük hitleri, ilginç giyim tarzı, müthiş moonwalk'u, gerekse yıllarca merak konusu olan vücudundaki değişimlerle hep farklı oldu MJ. Bir dönemin büyük adamı aramızdan ayrıldı.

Tuesday, June 23, 2009

Rock'n Coke'a yaklaşırken...

Festivale 1 aydan az bir süre kaldı! Efes Pilsen One Love'ın yorgunluğunu üzerimizden yeni yeni atmaya başlamışken Rock'n Coke heyecanı bizi sarmaya başladı.

Ayrıca bu sene İstanbulparkta yapılacak olan festival için ne nerde olucak diye merak edenler için bir haberim var! Festivalin websitesinde 3D krokiye göz atabilirsiniz!

19.000 kişi "One love" dedi!


Efes Pilsen One Love 8'i geride bıraktık...Peki benim aklımda neler kaldı?

Yazının devamını Reset! Magazine'in 36. sayıda okuyabileceksiniz.

Benim aklımda kalan en önemli an sanırım Röyksoppla tanışma ve "You Don't Have a Clue"'yu sahne önünden izlemekti!

Thursday, June 11, 2009

Paris'te festival olur mu?


Bal gibi de olur! İşte Szigetten sonra gidilebilecek bir diğer festival daha...

www.rockenseine.com

Tuesday, June 9, 2009

Issız adaya gitmeli mi gitmemeli mi?


Bugünlerde şehir hayatından ve rutinden fazlaca sıkılmış bir ruh halindeyim. Ne kadar çok sevdiğim arkadaşlarım, sevgili köpeğim ve bayıldığım teknoloji harikası Iphone'um hep yanımda olsa da uzaklara gitme fikri acayip cazip geliyor şimdilerde. Sizde sorumluluklardan uzakta bir yerde olmak istemez miydiniz?

Monday, June 1, 2009

Miller Freshtival'daydık!

Taptaze festival freshtival'de headliner Gabriella Cilmi'yi saymazsak oldukça up tempo gruplar vardı...The Whip, Joakim ve Friendly Fires bizi baya eğlendirdi!
Bilet satışının düşük olduğu duyumlarını alsak da festivalde kaliteli bir kitle vardı. Kimse birbirini ezmedi, birbirini kesmedi. Reset! ekibi olarak Joakim, The Whip ve Friendly Fires ile sahne arkadasında röportaj yaptık. Bizden hiç kaçar mı? : ) Sadece bunla kalsak iyi..Air hockey ve guitar hero'da oynadık!

Elif'le The Whip röportajına girdim ben. Acayip tatlı bir grup, özellikle baterist kıza hayran kaldım!

Röportajları haftaya www.resetmagazine.net'te okuyabilirsiniz.

Friday, May 29, 2009

Lady Gaga,olmuş!


Son zamanların yükselen star'ı kesinlikle Lady Gaga. Hem sesi hem de sahne şovuyla geleceğin yıldızı olmaya aday.


Yeni video'su Paparrazi'yi aşağıdaki linkten izleyin! Süper bi video : )


http://www.vimeo.com/4899071

Thursday, May 28, 2009

Kafa dinlemek isterseniz

Doublemoon'dan çıkan Oi Va Voi'un yeni albümü "Travelling The Face Of The Globe"'daki favori şarkımı dinleyin. Albümün ilk single'ı olan bu şarkının video'sunu da linkten izleyebilirsiniz. Geçen hafta Babylon'daki müthiş performanslarını kaçıranların vay haline!

http://www.vimeo.com/4211147

http://rapidshare.com/files/238286609/04_-_Every_Time.mp3.html

Twitter nasıl para kazanır?

Facebook out, Twitter in!

Bilmeyenleriniz için Twitter'ı kısaca tanıtalım. Twitter, çok basit bir profil yaratarak 140 kelimeden oluşan status update yapabildiğiniz bir site. Facebook gibi karışık applicationlar yok, fotoğraf tag'leme yok. Bir de istediğiniz kelimeyi arattırıp o kelimeyi status update'lerinde kullanan kişileri bulabiliyorsunuz. Peki işin finansal kısmına gelelim...Facebook sayfalarında verdiği reklamlarla ve applicationlarla bol bol para kazanıyor. Peki ya Twitter? Onlar nasıl çarkı döndürüyor?

Twitter'ın başındakilerin açıkladığına göre sözde sanatçılar (örn:Britney Spears) isim haklarını korumak için Twitter'a para verebilecekler. Bir nevi kendi adlarını korumaya alacaklar.

Bu uygulama bence Twitter'ı uzun süre yaşatmaz. Düşünsenize, bir tarafta 43 kişiyle çalışan Twitter, diğer tarafta binlerce çalışanı ve dünya çapında 60 milyon kullanıcısı olan Facebook!

Wednesday, May 27, 2009

Depeche Mode turne iptalleri devam ediyor!

Bildiğiniz üzere 2 hafta önce İstanbul'da Santralistanbul'da yapılması beklenen Depeche Mode konseri solist Dave'in rahatsızlığı yüzünden iptal edilmişti. Depeche Mode sevenlerini büyük hayalkırıklığına uğratan bu haberden sonra belki konserler yeni tarihlere ertelenir diye bir umutla bekleniyordu ancak bu haftasonu yapılacak olan Hollandadaki Pinkpop konserleri de iptal oldu. Böylece turnelerinde iptal olan konser sayısı 11 oldu.

Umuyoruz kendisi en kısa zamanda iyileşir...

http://www.pollstar.com/blogs/news/archive/2009/05/27/668999.aspx


Winter Gloves


Kanadalı grupları her zaman sevmişimdir. Winter Gloves'da yeni Kanadalı favori topluluklarımdan biri. 4 kişiden oluşan grup 2008'de bir araya geldiğinden beri etkileyici performanslarıyla hızlı bir çıkış yakalamayı başarmışlar. 2008 sonbaharında çıkardıkları "About a girl" albümüyle Kanada'nın yükselen isimlerinden olan grup bizim de dikkatimizi çekti. Albümdeki parçaların alt yapısı keyboard ve bateriden geliyor ve bu sesin üzerine bas gitar ve hafif synth ekleniyor. Kendilerini "glock-rock" olarak tanımlayan grup "Party People, "I Can't Tell You" ve "The Way to Celebrate" parçalarıyla kolay dinlenebilir, eğlenceli indie-rock'ı bizlere sunuyor.

www.myspace.com/wintergloves

Monday, May 25, 2009

Fotoğrafın akıbeti


Yeni blog fotoğrafım tam 1 sene önce birkaç arkadaşımla birlikte Hollanda'da gittiğim Pinkpop festivalinden. Skywatch için festival alanına kuş bakışı bakarken Alanis için sahne hazırlanıyordu. Yukarıdan bu koskocaman alana bakarken neden festivalleri bu kadar çok sevdiğimi tekrar anladım!

Bu sene 30 Mayıs-1 Haziran arasında 40.'sı yapılacak olan Pinkpop'un line-up'ında yine birbirinden ünlü isimler yer alıyor. Bunlardan bazıları: Bruce Springsteen,The Killers,Chris Cornell,Snow Patrol,Franz Ferdinand,Katy Perry,Depeche Mode,Placebo,Keane,White Lies ve The Ting Tings. Çıldırtıcı değil mi!?!? : )

Sunday, May 24, 2009

FML

My life sucks but I don't give a f***

Bana bu siteyle tanışmamı sağlayan arkadaşıma minnettarım!! Today.... diye başlayan o cümleler bazen birbirinden komik, bazen de birbirinden üzücü olmayı başarıyor. İnsanların yazdıklarını okurken "insanlar ne kadar acımasız!!" demekten kendimi alamıyorum bazen.

Siz de bu siteye göz atın, eminim okumaktan kendinizi alamayacaksınız!

www.fmylife.com

Şehirden kaçış

At b.oku kokuları,bisikletliler ve vapur diyince elbette akla gelen ilk yer Adalar olur. Bu haftasonu küçük bir "teselli" kaçamağı yapıp adaya kaçtık. Uzun bir süredir güneşin batışını sessizce izlememiştim....
Amsterdam günlerinden kalma bisiklet alışkanlıklarım beni biraz zorladıysa da adada bisiklete binmek çok keyifliydi. (önümüzde yaşanan bisiklet kazasını düşünmezsek tabii!)

Teselli kaçamağında bana eşlik eden tatlı şey'e teşekkürler! : )

Saturday, May 23, 2009

Miller Freshtival'a geri sayım...

İşin ucunda bir yerdeyiz.
Önümüzdeki Cumartesi Kuruçeşme Arena'da The Whip,Friendly Fires, Joakim, Portecho ve Gabriella Cilmi olacak. Böyle çekici bir festival'in headliner'ının Gabriella Cilmi olmasını ne kadar yadırgasam da bende orada olacağım. Sizi de bekleriz!

www.millerfreshtival.com

Sziget yolcusu kalmasın!

Evet, bende Sziget'e gitmeye niyetliyim. 12-17 Ağustos tarihleri arasında Macaristan'da yapılacak olan Avrupa'nın en renkli festivallerinden birinde sizde yerinizi almak istiyorsanız sizin için bunu kolaylaştıran bir ekip bile var!

www.szigetturkiye.com

Wednesday, May 20, 2009

Empire of the Sun - Nick Littlemore röportajı



Bir Perşembe günü Babylon Lounge’da oturmuş Empire of the Sun’dan Nick Littlemore’un beni aramasını bekliyorum. Ve telefon geliyor... EMI yetkilisi telefonumuzu bağlıyor. Merhabalaştıktan sonra Nick ile keyifli röportajımıza başlıyoruz. Kendisinin pozitif enerjisinden etkilenmemek imkânsız!

Nick, aslında sen Pnau ve Teenager adı altında iki grupla daha birlikte çalışıyorsun. Luke’da The Sleepy Jacksons grubunun üyesiydi. İkinizin nasıl bir araya geldiniz? Ve sen tekrar eski grubun Teenager’la birlikte çalışmayı düşünüyor musun?

Pnau ile çalışmaya küçükken başladım ancak Luke ile olan bağımız yıllar öncesine dayanıyor. Bizim her zaman çok güçlü bir bağımız oldu ve bir gün birlikte müzik yapmamız gerektiğine karar verdik. Bu kararı vermemiz ve stüdyoya girip kayıt yapmamız o kadar çabuk ve doğal olarak gelişti ki..Sanki bizim şarkı yazıp albüm yapmamız gerekliymiş gibiydi!

Teenager’da şimdiki adıyla Ladyhawke ile çalışıyordum ve aslında önümüzdeki hafta kendisiyle çalışmalara başlıyorum. Ladyhawke’ı çok severim, eskiden birlikte parçalar yazmıştık ve şimdi bunların bir kısmını bitirip yayınlamaya karar verdik.

Albümünüz adını “Empire of the sun” adlı filmden aldı ve albümden çıkardığınız ilk parça “Walking on a dream”’in video’sunu Çin’de çektiniz. Bu nasıl bir tecrübe oldu? 2. çıkış parçanız olan “We are the people”’ın videosunu da Meksikada çektiniz. Meksika’yı tercih etmenizin sebebi neydi?

Çin’e ilk gittiğimde 13 yaşlarındaydım. Ülkenin güzelliği beni etkilemişti ve o seyahatten sonra hep Çin’e tekrar gidip orda bir film çevirmek istedim. ‘Empire of The Sun’ kitabını müthiş buluyoruz ve Çin’deki video çekimimizde çok etkileyiciydi. Meksika ise bizim için tamamen farklı bir gezegen gibiydi. Tüm gün taco yemek, güzel kızlar ve sayamayacağım birçok neden... Meksika tarihi de beni çok etkiliyor.

İlk parçanız “Walking on a dream” yayınlandığından beri Avustralya olmak üzere dünya çapında büyük ün kazandınız ve ünlü müzik otoriteleri tarafından övgü topladınız. Bu başarıyı bekliyor muydunuz?


Tüm gün stüdyoda çalışmama ve insanların bu ilgisini çok fazla görememe rağmen bu ilgiyi fark etmek çok güzel! İnsanların pozitif ve renki müziğe olumlu bakması bizi çok sevindiriyor. Müziğimizle insanları mutlu etmeye çalışıyoruz!

Albümünüzdeki başarılı sözleri kim yazıyor ve bu sözleri yazarken nelerden etkileniyorsunuz?

Albümün tüm sözlerini ben yazıyorum. Sözleri yazarken etrafımdaki herkesten, her şeyden etkileniyorum aslında. Aşk, mutluluk, kıskançlık, arkadaşlık... Parçalarımızla tüm gezegenlere ve insanlara seslenmeye çalışıyoruz! Müziğin insanları başka diyarlara götürdüğüne inanıyorum.

Albümünüzden bahsederken onu “ruhani yolculuk” olarak gördüğünüzü belirtmişsiniz. Dinleyicilerinize neyi anlatmak istiyorsunuz?

Bu albümle birlikte tüm filozofiden ve insanlardan yararlanarak dinleyicilere ulaşıyoruz. Geçmişi anlatıp tecrübelerimizi müzik yoluyla insanlara anlatıyoruz.

Empire of the Sun’ı 2009’un MGMT’si olarak görenler var. Aynı zamanda BBC’nin Sound of 2009 listesinde 4 numarada yer aldınız. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?


MGMT ile olan bağlantımızı maalesef pek göremiyorum. BBC’nin listesinde yer almak ise bizim için büyük bir onur, eminim bizim adımızın duyulmasını büyük bir etkisi olmuştur.

Social network siteleriyle ilgilenen biri olarak merak ediyorum. myspace sayfanızdaki sevenlerinize cevap yazıyor musunuz? Ve bugüne kadar karşılaştığınız ilginç bir anınız oldu mu?

Sayfalarımızla genellikle Luke ilgileniyor. Daha turneye çıkmadığımız için sevenlerimizle herhangi bir olay yaşamadık.

İdolleriniz kimlerden? Bugünlerde kimleri dinliyorsunuz, ileride çalışmak istediğiniz isimler kimler?


Billy Idol, Elvis Presley gibi birçok isim sayabilirim! Dinlediğim birçok müzisyen var. Yunan, İtalyan gruplar da ilgimi çekiyor. Her türlü müzik beni etkileyebiliyor. Bugünlerde klasik, caz, rock müzisyenleriyle çalışıyorum. Ayrıca Cirque de Soleil ile bir proje üzerinde çalışıyoruz.

Müzik sektöründe çalışan ve grubunuz hayranlarından biri olarak soruyorum: Bu sene turneye çıkacak mısınız? Turne ayaklarınızdan biri olarak İstanbul’a gelmeye ne dersiniz?

Yakın zamanda Luke’un “Tiger Sun” adında bir kızı oldu. Bu yüzden 1 yıl boyunca maalesef turneye çıkma imkânımız olmayacak. Öncelikle 2. albümümüzü piyasaya süreceğiz ve bundan sonra turneye çıkacağız. Umarım İstanbul’a da geliriz!


http://www.resetmagazine.net/resetsayi33/insan/emp.html


** Special thanks to Nick Littlemore and Michael Gooding!!

Thursday, May 7, 2009

Müzik tarihi çalışmak

Kesinlikle korkunç bişey!! Okuyorum okuyorum kitap bitmiyor. Malumunuz bu ay içinde sınava girmem gerektiği için klasik müzik dönemi gibi şeyler öğrenmem gerek.
S.O.S!!!!

Daily Motion is banned!?!?

Vatana millete hayırlı olsun! Youtube'dan sonra Daily Motion'ı da kaybettik... : (

Sunday, May 3, 2009

Mine röportajı



" 1990'ların Ajlan&Mine ikilisini hepiniz hatırlarsınız...Yıl 2009 ve Mine elektro-house solo albümü "Benim Günüm" ile yeniden aramızda. Mine, birbirinden güzel şarkılarıyla günümüzün sanatçılarına meydan okuyarak bizi büyüledi. Bu yaza damgasını vuracak bu albüme mutlaka kulak verin! "

Küçüklüğünüzden başlarsak. Müziğe ilginiz nasıl başladı ve bu sektöre nasıl atıldınız?

Ayna karşısında saç fırçası ile şarkı söyleyen çocuktum ben. : > Okul müsamereleri, müzik yarışmaları derken, lisedeki bir müzisyen arkadaşım vasıtasıyla Şehnaz Sam ile tanıştım ve ilk profesyonel müzik grubumuzu kurup, Ece Bar’da çalışmaya başladık.

1990'larda Ajlan'la birlikte bir albüm çıkarmıştınız ve çok başarılı olmuştunuz. Sonra o albümün devamı neden gelmedi?

Ajlan’la müthiş bir uyumumuz vardı vokal açısından, hiç provasız kim hangi notayı söyleyecek, doğal olarak biliyorduk ancak müzikal beklentilerimiz farklıydı, gitmek istediğimiz yönler farklıydı. Ama ikimizde o dönemin şartları ve beklentileri yüzünden ilk solo albümlerimizde oralara varamadık.

Uzun bir süre sizi ortalarda göremedik. Bu süre içerisinde neler yaptınız?

Şarkı söyledim, daha çok Latin, caz ve dans müziği yaptım, çok çok müzik dinledim, yeni olan her müziğe kulağımı açtım, ne istediğimi buldum ve üretmeye başladım. Aslında çok daha önce çıkarabilirdim bir albüm ama bir şey beni biraz daha beklemeye itti. İyi ki beklemişim, tam istediğim gibi oldu : >

Çıkardığınız electro-house albüm "Benim Günüm" projesi nasıl ortaya çıktı? Pop'tan electro'ya geçmeye nasıl karar verdiniz?

Pop müziğini 96’da bıraktım ben, hemen “Oyun Bitti” albümünden sonra… Bu arada, eklemek isterim ki yaptığım o albümleri sevmiyor değilim, bence çok güzel şarkılarım vardı ama ben başka bir şey arıyordum…

Bu arayışımın sonunda zaten bu yeni parçalar çıkmaya başladı. “Benim günüm” projesi, bir karar verme ve uygulama projesi değil, içten gelen bir proje. Ben gerek evde, gerek sahnede, gerekse herhangi bir mekânda dans etmeyi çok seviyorum ve herkes benimle dans etsin istiyorum : >

Bu başarılı albümün yapımında Aydın Tüfekçi, DJ U.F.U.K, Bedük, Mustafa Özşamlı gibi birçok ünlü isimle çalıştınız. Onlarla çalışırken yaşadığınız tecrübeleri biraz anlatabilir misiniz?

Ayrıca müzik direktörüm Genco Arı ve diğer aranjör arkadaşlarım Gökhan Sürer, Kürşat Ülkü, Feryin Kaya ve Burak Irmak’ı da unutmayalım…

Her bir kişi, başka bir kişilik, başka bir ses… Tam da müzikte sevdiğim ve istediğim çokluk. Çoğu aranjör kendi imzasını çok belirgin bir şekilde atmak ister aranje ettiği parçaya ve ben kimsenin yaptığı işe karışmak istemem ama fikirlerimi ve hislerimi yok etmemelerini isterim, aranjenin besteye ve vokale hizmet etmesi gerektiğini düşünürüm. Bu değerli arkadaşlarımla çalışırken, hiçbir söz söylememe gerek kalmadı. Her şey bir bütünlük içinde yürüdü ve tabii ki ayrı fikirler de vardı ama sonuç hepimizi mutlu etti. Onlarla çalışmak beni işin mutfağına daha çok soktu, bilmediğim her şeyi sordum, cevap aldım, öğrendim ve kendi aranjelerimde kullanmaya başladım. Artık kendim bir parçayı tümüyle, nasıl hissediyorsam ortaya koyabiliyorum ama yine de, bu insanların hepsiyle, onlar da istediği sürece çalışmaya devam edeceğim. Bedük’le bir araya gelmek ise benim için inanılmaz bir motivasyon kaynağı oldu, yaptığı işteki başarısı ve enerjisiyle bana bir pencere de o açtı.

Şu an Türkiye’deki müzik sektörü hakkında ne düşünüyorsunuz? 1990'lara göre şu andaki sektör sizce nasıl gelişti?

Müzikal açıdan bakarsak, 90’lı yıllarda pop müziğinde melodiler de, aranjeler de daha zengindi ama alternatif işlerin pek şansı yoktu. Şimdi ise pop müziği, melodi ve aranje açısından bir gerileme yaşıyor ve sürekli cover projeleri yapılıyorken, alternatif kulvarda çok daha güçlü müzikler ve sesler var.

Müzik sektörü ise bütün dünyayla eş zamanlı olarak Türkiye’de de büyük bir gerileme içinde. Madonna’nın plak şirketini bırakıp bir organizasyon şirketi ile anlaşması durumu çok güzel özetliyor. Bence artık plak şirketlerinin yerini böyle büyük organizasyonlar ve müziği destekleyen şirketler alacak.

Türkiye’de satıştan kazanamayacağını anlayan plak şirketleri, büyük yüzdelerle menajerlik anlaşması da imzalatıyorlar sanatçılara ama çoğunun bunun için bir donanımı ve bilgisi yok. Sonuç, albümü olan ama çalışamayan sanatçılar oluyor. Benim gözlemim, bizim müzik sektörümüzdeki disiplinsizliğin iyice arttığı yönünde. Sanatçılar dışında herkes o kadar önemli ki, sanatçılar, bu birtakım büyük insanların arasında arkadaş toplantılarında, çoğu içkili yapılan ve bir yere varmayan konuşmaların içinde kaynayıp gidiyorlar. Sözler tutulmuyor ve sanatçılar büyük ekonomik bunalımlara giriyorlar. Televizyonlarda gösterilen bize, gerçekte olan değil, en azından büyük bir çoğunluk açısından. Bir sektörün gerçek bir sektör olabilmesi için güven gerekir. Batı ülkelerinden olumsuzluklar içinde ayrılan yönümüz bu güven ve disiplin eksikliği…

Genel olarak dünyadaki müzik sektörünün gidişatı hakkında neler düşünüyorsunuz? Albüm satışlarında büyük bir düşüş var, birçok sanatçı online olarak şarkılarını/albümlerini satmakta Bazıları bedava olarak şarkılarını download etme olanağı sağlıyor. Siz myspace üzerinden böyle bir imkân sağlamayı düşünür müydünüz?

Sanırım bir önceki soruda bunun cevabını vermiş oldum. Tek dileğim tabi ki bedava download olayının engellenebilmesi. Bence bütün sanatçılar, cüzi de olsa bir para karşılığında kendi web ya da myspace sayfalarından ya da itunes, türkiye’de ttnet gibi kurulumlar üzerinden download imkânı sağlamalı, daha kaliteli mp3 sloganıyla. Ben de myspace üzerinden şarkılarımı sunacağım.

En çok sevdiğiniz yerli sanatçıları kimler? Esinlendiğiniz, size ilham kaynağı olan türk/yabancı sanatçılar var mı?

Eskilerden birçoğunu seviyorum. Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Barış Manço gibi kendi karakteri ve kişiliği olan her sanatçıyı seviyorum. Dinlediğim müziklere uymasa da bir şarkısıyla bile olsa bana dokunabilen sanatçılar var bu ülkede. Şebnem Ferah ve Teoman’ı çok severim. Turgut Berkes, bence bu ülkenin en önemli, çok yönlü sanatçılarından biridir. Bir Bedük hayranıyım. Genco Arı, İmer Demirer, Sibel Köse, kaybettiğimiz Nükhet Aruca Türkiye’den çok sevdiğim caz müzisyenleri. Yabancıları saymaya kalkarsam bu röportaj bitmez  Massive Attack, Lamb, Moloko, Trentemoller, Uncle, Laika, Royksopp, Tricky, Portishead, Plastikman, Gus Gus, Apparat, Crazy P., Kruder & Dorfmeister, Groove Armada, Imogen Heap, Madonna, David Bowie, Porcupine Tree en çok etkilendiğim, sürekli dinlediğim yabancı grup ve müzisyenler.

Pop müzikten electro müziğe geçiş yapan Hande Yener hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bizim insanımız, sanatçılarımız da dâhil buna, değişime kolay gidebilen bir yapıya sahip değil. İstese de kabullenilecek mi korkusuyla adım atmaktan çekiniyor çoğu sanatçımız. Hande, bunu istedi ve yaptı ve bir yol açtı. Onu içten bir şekilde kutluyorum.

Bundan sonraki projeleriniz neler? Turneye çıkmayı düşünüyor musunuz?

Bu herkese uzun gelen arada aslında iki proje üzerinde çalıştım. Biri “Benim günüm” deki gibi electro-house türündeydi, öteki ise bir trip-hop projesi. Üretirken doğalında ne geldiyse onun üzerinde çalıştım. Nasıl insan bir gün çok enerjik, bir gün depresif olabiliyorsa, ben de tamamen bu değişik ruh hallerimin peşinden gittim. Ve iki proje de bu süreçte beraber gelişti.

Trip-hop bir kış projesi ama önce bir dans albümü daha var sırada. Şu anda “Benim günüm”ün sahnesi için provalarımız devam ediyor. Bu projede Gökhan Sürer, Mustafa Özşamlı ve Kürşat Ülkü ile çalışıyoruz. Üniversite konserleri, festivaller ve diğer klüp sahneleri için hazırlanıyoruz. Dj U.F.U.K ve Serdar Barçın ile bir disco-house projemiz var tamamen sahne için. Bu şu anda hayata geçmiş bir proje. Remix mantığında bir de caz projem var şu anda tasarladığım ve aranjeleri üzerinde çalıştığım. Klasik caz triosu ile “Relax” adını verdiğim ve üç senedir süren projeme de devam ediyorum.

İlerki projelerinizde kimlerle çalışmak istersiniz?

Trentemoller : >

Thursday, April 23, 2009

Little Boots




Tek kişilik etkiyelici isim: Little Boots!

"Stuck on repeat" ve "Meddle" gibi hareketli şarkılarla gönlümüzü fetheden bu İngiliz kızı Türkiye'de görmek istiyorum!


http://www.myspace.com/littlebootsmusic

Duman I-II / Dibine Kadar!

Mart başında dumanlive.com web sitelerinden yeni albümlerindeki “Dibine kadar” ve “Senden daha güzel” parçalarını yayınlayan Türkiye’nin en gözde rock gruplarından biri olan Duman, 4 yıl aradan sonra tekrar bizlerle!

Duman I ve Duman II olarak iki ayrı CD piyasa süren grubun bu politikasını biraz yadırgamış olsam da 4 yıllık aranın grubun lehine olduğu kesin. Kaan’ın’da bir hayli toparlanmış ve rehab havasından çıkmış olduğunu görüyoruz.

Albümleri ilk dinlediğinizde birinci ve ikinci albümün sizde bıraktığı his kesinlikle farklı oluyor. Duman’ın önceki albümlerine göre bu albümlerindeki söz-müzik’ler çok daha etkileyici ve gitar ön planda. Duman’ı rock’tan çok “arabesk” olayan gören kesim için bu albümün “arabesk” havasından çıktığını söyleyebiliriz. 2. albümdeki şarkıların birincisine kıyasla daha hareketli ve eğlenceli olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. İlk albümdeki “Bu Aşk Beni Yorar”, “Dibine Kadar” parçaları mutlaka dinlemeniz gereken şarkılardan. İkinci albümün ilk şarkısı “Balık” ise benim favori şarkım olmakla birlikte Batuhan imzası taşıyor. Söz-müzik’te Batuhan’ın da ön planda olması gruba kensinlikle renk katmış. Davulcu Cengiz Baysal’ın da albümdeki söz-müzik katıkısıyla birlikte Duman şimdi eskisinden çok daha etkileyici bir halde sahnede!

5 Nisan’da albümlerinin tanıtımı çerçevesinde verdikleri ilk konserdeydim. Lise sıralarındayken dinlediğim Duman bu sefer Bostancı Gösteri Merkezinde sahne almaya hazırlanırken, gençler Duman’ı heyecanla bekliyordu. Konserde genç dinleyici kitlesi hep bir ağızdan albümün şarkılarını ezbere söyleyerek gruba büyük moral verdi. Ayrıca yeni şarkılarının yanısıra eski şarkıları da çalmayı ihmal etmeyen Duman, yine gönülleri fethetti. Hem arabesk hem rock ruhuna hitap eden yeni Duman albümlerini dinlemeyi ihmal etmeyin!

Monday, April 13, 2009

Empire of the sun


Onlar yeni gözdelerimizden biri... Empire of the Sun 2009'un MGMT'si olarak gösterilen bir grup. 2 kişiden oluşan ve "Empire of the sun" filminde etkilenerek bir araya gelen Avustralyalı topluluk, elektronik müzik dünyasına hızlı bir giriş yaparak gönüllerimizi fethetmeyi başardı!

İlk single'ları "Walking on a dream" 2008'in Ağustos ayında yayınlamış olsalar da ünleri Avrupa'ya daha yeni ulaşıyor. Avustrulya ve İngiltere'deki müzik listelerini alt üst etmeyi başaran ikili, 23 hafta Top 10'de kalmayı başararak bir dünya rekoru kırdı. EMI'dan Ekim 2008'de "Empire of the sun" albümünü çıkaran grup, ikinci single'ları "We are the people" için Çin'de klip çekti. "Empire of the sun" adlı filminin devamını bize yaşatan grup, ilginç giyim tarzlarıyla da dikkat çekiyor. Avustrulya'da 2 Platinum ödüle layık görülen ikilinin başarısını kesinlikle küçümsememelisiniz.

Albümdeki kıpır kıpır parçalarının yanı sıra şarkı sözleriyle de dikkat çeken grubun "Swordfish Hotkiss Night "ve "Tiger by my side" şarkıları da albümün diğer hitleri olmaya aday gözüküyor. BBC'nin "Sound of 2009" listesinde 4 numarada yer alan Empire of the sun, "Walking on a dream" ve "We are the people" gibi renkli ve hareketli şarkılarıyla sizi dans pistine sürüklüyor. Siz de onların müziğine kulak verin; kendinizi başka bir dünyada bulacaksınız!

Tuesday, April 7, 2009

Yaz etkinlikleri

Yaz ayının yaklaşmasıyla birlikte yine event patlaması yaşıyoruz. Biletix'i yakından takip etmekle birlikte organizasyonu içinde bulunduğum Efes Pilsen One Love Festival 8 ve Rock'n Coke festivalinin çalışmaları da hızla devam ediyor!


Bu sene 20-21 haziran tarihleri arasında Santralistanbul'da yapılacak olan Efes Pilsen One Love Festival 8'de Klaxons ve Röyksopp bizlerle olacak! Rock'n Coke programı ise çok yakında bizlerle olacak!

Bunun yanısıra Santana, Katy Perry, Leonard Cohen, Placebo gibi büyük isimleri de izleme fırsatı bulacağız.

Hadi artık havalar ısınsın, festivallere gidelim! :D

Duman - Yeni albüm,ilk konser

Geçtiğimiz pazar günü Bostancı gösteri merkezinde duman konserindeydim. 4 yıl aradan sonra Duman'ın çıkardığı ilk albümün ilk konseri!
Aslında Duman benim 4-5 yıl önce lise sıralarındayken dinlediğim bir gruptu; ancak albümü dinleyince meraklanıp konsere gitmeye karar verdim. İyi ki de gitmişim!

Lise'li gençliğin ellerinde biralarıyla giriş sıralarında beklemelerinden, 14-15 yaşındaki kızların "Batuhaaaan seni seviyorum!" diye bağırmalarından yaşlandığımı fark ettim : )
Konserde çoğunlukla yeni şarkılara ağırlık veren Duman gençliği coşturmayı başardı! Benim yeni favori şarkım ise "Balık".

Tabii yeni şarkılara rağmen eski parçaların unutulmaması ve yoğun istek görmesi de beni mutlu etti. Duman I ve Duman II olarak ayrı satılan yeni albümlere kulak verin!

www.halimizduman.com

Sunday, March 1, 2009

U2 3D Türkiye'de!!




Efsanevi grup U2'nun 3D konser görüntüleri 13 Mart'tan itibaren Cinebonus'larda gösterime girecek. Film, grubun 2006 yılında “Vertigo” konser turu kapsamında Meksiko City, Sao Paulo, Santiago, ve Buenos Aires’de gerçekleşen 7 stadyum konserinde, dijital 3 boyutlu kameralar ile çekilen görüntülerinden oluşuyor. U2 konser deneyimini yaşamak için 85 dakikalık bu filmi kaçırmayın!

Sunday, February 22, 2009

N.A.S.A - The Spirit of Apollo




Bugünlerde yeni gözdelerimden biri de N.A.S.A. (North America South America) grubu. Hiphop'a oldukça funky yorumlamış olan Squeak E. Clean ve DJ Zegon 6 yıldır üzerinde çalıştıkları bu albümde Tom Waits, M.I.A, Kanye West, Lykke Li, David Bryne gibi birçok ünlü sanatçıyla çalışmışlar. Bu gruba kulak verin!

Rapidshare link:

http://rapidshare.com/files/199406926/NAS-TSpirOApo.rar


Myspace link:

http://www.myspace.com/nasa

!f Istanbul'a Veda ederken...




Bir !F İstanbul'u daha geride bırakıyoruz. Arkadaşların gönderdiği uzun favori film listelerine rağmen ben bu sene ancak 3 film izleme fırsatı bulabildim. Bunlar Berlin Calling, Tokyo ve Deep Red'di... Deep Red'de çok sıkılmama rağmen filmin müziklerinin başarılı olması filme katlanmam için yetti : ) Berlin Calling ve Tokyo da fazlasıyla tatmin edici filmlerdi.

Dün !F'in Babylon'daki Rainbow partisine gittik.. Babylon,Babylon lounge ve üst kat'ın açıldığı gece o kadar kalabalıktı ki anlatamam! Demek ki daha fazla gökkuşağı partisi yapmak gerekiyormuş : )


Ps: Berlin Calling filminin soundtracklerine bayıldım! Paul Kalkbrenner'in ellerine sağlık derim.

http://rapidshare.com/files/151728279/Paul_Kalkbrenner_-_Berlin_Calling__Original_Sound_Track___BPC_185_.rar

Sunday, January 18, 2009

Eurosonic Noorderslag festival 2009





Hollandanın kuzeyinde yapılan ve Avrupanın 35 ülkesinden gelen farklı grupların kendilerini kanıtlama firsatı bulduğu ve organizatör/müzikseverlerin yeni grupları keşfettiği bir Eurosonic festivalinde daha Groningendayım! Geçen sene Noorderslag festival olarak anılan festival, bu sene daha uluslararası olmaya karar verdiği icin adını ``Eurosonic Noorderslag festival`` olarak değiştirmiş. Ayrıca festival icin basılan derginin tümü de ingilizce! Festivale olan yoğun ilgiden dolayı tüm biletler 10 gün içinde tükenmiş ve kalacak yer bulmak bile imkansiz hale gelmiş. O yüzden bu sene geçen seneye göre daha zorlu bir festival oldu bizim için. Bunun yanısıra festival organizatörleri bu sene festivale katiıamayanları da düşünmüş ve 25 ülkede live streaming yapmaya karar vermişler.

Geçen sene başında bu festivalde keşfettiğimiz The Do, Lykke Li, Sonny J, Reverend and The Makers ve The Ting Tings 2008'ìn ilerleyen aylarında büyük bir başarı yakaladılar. Peki bu sene kimleri izledik, kimleri beğendik?

1. gün

Festival heyecanı ile birlikte hangi grupları izleyeceğimize karar verdik ve elimizde programla Groningen sokaklarına doğru yola koyulduk. İlk izlediğimiz grup Belçika'nın ünlü gruplarından biri Zita Swoon oldu. Her sene Eurosonic festivalinde Avrupa'dan bir ülke üzerine yoğunlaşılıyor ve bu sene de Belçika seçildiği için festivalde birçok Belçikalı grup vardı. Zita Swoon'a sadece 5 dakika baktıktan sonra Danimarkalı Vincent Van Go Go'ya bakmaya gittik. 5 kişiden oluşan bu grup aslında electro,pop ve reggae'nin tam bir mixiydi ancak bizi fazlaca tatmin etmedi. Burda da 2 şarkı izleyip başka bir mekana İngiliz grup The Jessie Rose Trip'i izlemeye gittik. Güzel tınıları olmasına rağmen vokalleri uymadığı için oturmamış bir grup. Ardından 2 kişiden oluşan Russian Red grubuna baktık. Bu grup tam bir soundtrack müzik havasındaydı, oldukça huzur verici ve dinlendirici bir müzikleri vardı.

Zaman zaman hollandalı grupları da bir şans vermek gerekir diyip Firefox AK adlı grubu izlemeye koştuk. Vokalin sesi Björk gibi oldukça güçlüydü, umarım yakında bu grubun adını daha çok duyarız. Firefox AK'den 2 şarkı dinledikten sonra İngiliz grup Lowline'ı izlemeye gittik. Maalesef herhangi bir İngiliz rock grubundan hiçbir farkları yoktu, bizi hayalkırıklığına uğrattılar. Ardından Wallis Bird'e bakmak için Vindicat'e gittik; ancak onlar Lowline'dan daha büyük bir hayalkırıklığı yarattılar. Ard arda yaşadığımız hayalkırıklıklarından sonra Belçikalı deneysel indie rock grubu Madensuyunu izledik;ancak kalabalıktan çok fazla birşey görmemiz mümkün olmadı. Bazen gruplar o kadar çok ilgi görüyolarki kapıda içeri girmeyi beklerken konseri kaçırıyorsunuz...Madensuyu da nerdeyse öyle bir konserdi bizim için. Bu gruplardan sonra benim festivaldeki favorilerim arasına giren İrlandalı grup Fight Like Apes'i izledik. Deneysel rock yapan 4 kişilik bu grubun sahne performansları o kadar iyiydi ki sıkılmaya vakit bulamadık! Gerçekten grubun tüm üyeleri birbirinden tatlı, birbirinden yeteneklilerdi. Bu sene patlayacağını düşündüğüm gruplar arasındalar kesinlikle.Ardından İngiliz electro rock grubu Esser'i izledik. Esser'i izlemek oldukça eğlenceliydi, onlar da favorilerim arasında!

Esser'den sonra başka bir İngiliz grup Micachu & the Shapes'i izledik. Grup 3 gençten oluşan, tamamen deneysel müzik yapan bir topluluk. Genç yaşlarına göre grup üyeleri oldukça başarılı; ancak grubun parlaması için biraz daha zaman gerekiyor gibi. Gecenin son izleyebildiğim grubu İngiliz grup White Lies oldu. Aslında bu yaz kendilerini Lowlands festivalinde izlemiştim ve pek tatmin olmamıştım; ancak yeni gruplara 2. kez şans tanımam gerektiğimi öğrenmiş oldum; çünkü kendileri tarzlarında büyük bir değişim yapmışlar ve Editors olma yolunda büyük bir adım atmışlar. Bu yaz kendilerini birçok festivalde göreceğiz gibi gözüküyor.



Tüm koşuşturmacalarımızdan sonra bir gecede 13 grup görmeyi başardık! Ne yalan söyleyelim, o soğukta o kadar fazla izlemem gerçekten bir başarı.

2.gün

2.gün hasta olmaya başladığım için üzerimde bir halsizlik vardı...Yine de müzik aşkı ve yeni grupları keşfedecek olmanın verdiği heyecanla kendimizi yeniden soğuk Groningen sokaklarında bulduk. İlk gittiğimiz konser Nouvelle Vague tadında coverlar yapan Fransız grup Hollywood,Mon Amour'du. Kate Moss'a benzeyen bir vokalleriyle güzel coverları olduğu için önümüzdeki aylarda adlarını daha çok duyabiliriz. Diğer 2 fransız grup Hindi Zahra ve Melissa Laveux ise favorilerimden olmamakla beraber tatmin edici konserler veriyorlardı. Fransız gruplardan sonra İngiliz grup I Blame Coco'yu izledik. Bu grubun özelliği grubun vokal'inin ünlü sanatçı Sting'in kızı olmasıydı. Zaten kendisini dinlediğiniz zaman sesinden ve şarkılardan da kendisindeki Sting stili açıkca belli oluyordu. Daha 17 yaşında olmasına rağmen gelecek vaad eden bir kız bu. Takip etmenizi şiddetle öneriyorum. I Blame Coco'dan sonra 6 kişiden oluşan, reggae/pop/electro'yu başarılı bir şekilde harmanlayan boyband Kid British'i izledik. Umarım bu yaz Türkiye'de kendilerini izleyebiliriz. Kid British'ten sonra Fransız grup Birdy Nam Nam'ın konserine gittik. Grup 4 DJ'den oluşuyor ve şimdiye kadar adlarını hiç duymamış olmamıza rağmen oldukça başarılı bir grup! Justice ve Daft Punk'ın güzel bir karışımı diyebiliriz kendilerine. Burdan çıkıp festivaldeki favori gruplarımdan biri olan İngiliz grup Mongrel'e gittik. Mongrel 6 kişiden oluşan ve politik şarkı sözleriyle tanınan bir İngiliz grubu ve sahne performansları da fazlasıyla etkileyici. Grubun bu sene içinde büyük başarı elde edeceğine inanıyorum.

Festivaldeki 2.gün benim için maalesef biraz erken geldi. Simplon'da Norveçli grup The New Wine'ı izlerken baş ağrısı ve boğaz ağrısı benim için festivalin sonu anlamına geldi.

Genel olarak festivale baktığımda geçen seneye göre beni daha az etkileyen grup oldu; ancak geçen seneye göre festivale ilgi çok daha fazlaydı. 2 gecede toplam 21 grup izleyebildim. Festivaldeki favorilerim: Kid British, Esser, Mongrel, Fight Like Apes ve Birdy Nam Nam.